
Riza Çolpan
Sevgili okuyucu canlar, dünyanın bütün canlı varlıkları içinde, biz insanları diğer bütün canlı varlıklardan ayıran tek şey, bizim tüm öteki canlılardan hem fiziki ve hem de beynimizin içindeki insanı ve yaratıcı hücrelerimizin diğer bütün canlı varlıklardan farklı olması. Yani beynimizin bize sunduğu yaratıcılığı sayesinde biz doğanın şeklini bile değiştirmişiz. Örneğin insan varlığının olmadığı bir dönemde, dünya bugünkü dünya değildi. Yani bugünkü koca koca kentler, apartman ve gökdelenler, ulaşım alanında asfalt ve otobanlar, kıtalar-arası uçaklar yoktu. Ne zaman ki merhum İngiliz filozofu William Charles Darwin, (1809-1882) insan üzerine tez ve araştırması, insanın eski bir maymun türü olan Hominoide’den çıkıp iki ayak üstüne kalkıp yürüdüğü, ilk önce kendini diğer güçlü yırtıcı hayvanlardan, örneğin aslan, kaplan, ayı ve kurtlardan korunmak için ağaçtan değnek şeklinde, ucu sivri, Kürd dilinde “Xirç” Türkçe dilde ise “Şiş” dediğimiz aleti yapmış insanoğlu. Yani biz insanların ilk ataları. Bunu yaparken de dili kullanarak sözcükler üretmeden hep işaretle ve beynimizin bizi zorlamasıyla o aleti yapmışız. Başlangıçta kendimizi soğuk ve aşırı sıcaktan korumak için o günlerde xirçla öldürdüğümüz hayvanların etini çiğ-çiğ yerken, deri ve postlarını da kendimize elbise yaparak ağaç kovuklarında, dağlardaki mağaralarda, kadın, erkek birlikte yaşamış ve hatta kadınları doğa kanunu gereği birlikte sevmiş ve sevişmişiz. Yine hatta anne ve bacısıyla insanlar yatıp kalkmış, cinsini çoğaltmıştır. Bu insanlık tarihinin bir gerçeği. Daha sonra insanoğlu dünyanın beş kıtasında dil ve zekâsını kullanarak barınmak için taş ve kerpiçten kulübeler yapmış, daha sonra ateşi bulmuş, beyin gelişerek çeşitli diller oluşmuş, akabinde insanoğlu daha güzel evler yapmış, köy, mezra ve komlar inşa etmiş, oralarda yaşamış, kadın erkek ilişkileri değişmiş, kadın evin reisi, kişilerin kutsal annesi ve tanrıçası olmuş, adetler, inançlar değişmiş, buluşlar çoğalmış, yaşam biçimi değişmiş, daha sonra çeşitli hayvanları evcilleştirmiş, toprakta arpa buğday benzeri tahıl ürünlerini ekmiş, xirç, ok yay, sonra demiri bulup bıçak, hançer, ardında kılıç yapmış, köy dışında toplu yaşama biçimi kentler, kasabalar inşa etmiş, ardında bugün akla gelen her çeşit güzel buluşu ve zalimane silahları yapmış, birbirlerinden milyarlarca kişileri öldürmüş, doğanın şeklini değiştirerek büyük evrimler sonucu günümüzün insanı olmuşuz. Yani bugünkü dünyamızda birbirini boğazlayan biz insanoğulları.
Evet, işte budur asıl gerçeğimiz.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, benim bu dediklerimi “Gevezelik” olarak değerlendirirseniz, lütfen bağışlayın. Ben düşündüklerimi, kendime göre bildiklerimi söylüyor ve yazıyorum. İnanmak zorunda değilsiniz. Bana göre biz bütün dünya insanları tam olarak insani Kâmil olmamışız. İşte bu nedenledir ki her insanda mevcut olan iki önemli duygu, yani iyilik ve kötülük duygusu bizi bu hale getirmiş. Biz, yüz milyarlarca insanı eşit bir şekilde doyuracak koca dünyayı aramızda paylaşmış ve kendi aramıza hudutlar koymuş, birbirimize düşman olmuşuz. Oysa eğer biz gerçek birer insani Kâmil olsaydık, kendi aramızda ortak bir dünya dili de yaratabilir, koca dünya hepimizin yurdu, evi olabilirdi. Ama ne yazık ki olmamış. Milyarlarca kişi hâlâ evsiz, barksız ve zalimlerin silahlı gücü. Bunun olmasının nedeni de kanımca şeytani duygusu, iyilik duygusundan kat be kat güçlü olan kişi ve kişiler, bir de fiziki gücü daha güçlü ve kuvvetli olan, zalimler ve ayrıca gözü aç oburlar bizi bu hale getirmişler.
Sevgili canlar, bütün dünya tarihçileri “İnsanlık Tarihi Sümerlerden başlar” derler. Peki Sümerlerin üstünde yaşadıkları toprak parçası neresiydi? Kuşkusuz iki ırmak arası, yani Dicle ve Fırat arası Mezopotamya. Peki o toprağın asıl yerli halkı kimdi? Yine kuşkusuz biz Kürdlerin ataları.
Canlar, sizin de bildiğiniz gibi dünyamızda dört ayrı renkten insanlar var. Yani kırmızı, sarı, siyah ve beyaz. Bu dört renkli insanlar fiziki olarak birbirine benzemeseler de, maddeleri kesinlikle aynı ve kanlarının rengi kırmızıdır, fakat dilleri, kültürleri, tarih ve hareket biçimleri farklı farklıdır, karakter ve davranışları birbirleriyle örtüşmemektedir. Tabi bunun da önemli özel sebepleri var, detaylarına girmek istemem, çünkü bu çok uzun bir hikâye.
Evet, sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, bu kadar girişten sonra müsaadenizle başlık konusuna gelmek istiyorum. Peki başlıkta ne var ve ben ne demişim? “Kürd insanının sevgi anlayışı” değil mi?
Peki Kürd insanının sevgi anlayışı nedir ve nasıldır? Bu tarihin en eski halklardan biri olan biz Kürdleri kim ve kimler bugünkü hale getirdi? Sevgi yerine ısırmayı kim bize öğretti ve beynimizin içine şırıngaladı? Cevabı:
Kuşkusuz üç ayrı ırk, Türk, Arap, Pers ve İslâm’ı inanç. Bu nedenle Kürd halkının sevgisi bana göre gerçek bir insani Kâmil sevgisi değildir. Bu duygu barbarların biz Kürdlerin beynine şırınga ettikleri bir zehirdir. Üzülerek söylemeliyim, bana göre Kürd insanının gerçek sevme, sevişme anlayışı, kişi ve kişilere karşı saygı, hürmet şekli normal değil, anormaldir. Kürd severken, (Af buyurun) öpmeyi, okşamayı bilmez. Onun okşama ve öpüşmesi saldırgan ve ısırmadır. Kişi ve kişilere, örneğin, Şeyh, Seid, Ağa, Bey ve Seroklara bağlılığı anormalin ötesinde, korkunç bir müritlik ve bağlılıktır. Musa adlı Şeyh’ı evliya, Abdo adlı Seroku Tanrı mertebesine getiren bir halktır. Bu gerçeğin mimar ve öğretmenleri kuşkusuz yukarıda dediğim gibi üç ayrı barbar, vampir, kan emici faşist ırktır. Sen bu halka “Sevgi ısırma, Şeyh Musa Evliya, Arap Muhammed’in, insanoğlunun yarattığı Tanrı’nın gerçek Peygamber’i, Abdullah Öcalan ve benzerleri de bütün Kürd halkının lideri değil” diyemezsin, insanca eleştirmen bile ölümle eş-değerdir. Sen bu mürit kişilerin yanında Öcalan’ı, Arap Muhammed’i onun Kur’an’ını eleştiremezsin. Buna canları pahasına bağlanan saldırgan, korkunç bir Kürd toplumu var. Bu toplum sevgiyi ısırma, kişiye bağlılığı gerçek insani iradenin çok ötesindedir. Adam barbar bir ordusuyla yüzbinlerce Kürdü öldürmüş, Kürd insani buna kör olmuş, dört elle katline sarılmış, onu kendisine Tanrı yapmıştır. Düşmanını hep dost görmüştür. Örneği geçmişte Pers Şahlarını, Osmanlı Padişahlarını, dün bêbav Mustafa Kemal’i, bugün ise Gürcü Recep Tayyip Erdoğan’ı Tanrı ve kurtarıcı gören milyonlarca Kürd var. Diğer tarafta kendi içinde birini Serok, daha doğrusu Tanrı yapmışlar, bu sahte Tanrı ve Serok, yüz elli bine yakın genç insanını öldürtmüş, beş bine yakın köyün yakılıp yıkılmasına, koca bir coğrafyanın tahrip olmasına, 15 milyon Kürd insanının göçüne sebep olmuş ve son düşmana teslim olmasında geçmişte bütün dediklerinden bir seksen dönüş yapmış, “ Her çeşit hizmete hazırım, annem de Türk, Türk şehit analardan özür dilerim, çok yanlışlık yaptım, kudretli devletimiz beni afetsin, “Kürd” denen bir halk için devlet, federasyon, idari özerklik, kültüralist bir hak, tarihsel toplum sosyolojisine kesinlikle cevap olamamaktadır” diyor, ne yazık ki bu milyonlarca mürit buna “Çağın manifestosu” diyebiliyor. İşte Kürdün şaşkın sevme aşkı budur. Bu halk sevgi bilincinde olan bir halk değildir. Bu halk müritleşmiş, köleleşmiş bir toplumdur. Dilerim bu mürit topluluğun içinde bir Otto von Bismarck, (1815-1898) bir George Washington (1732-1799) ve bir Nelson Mandela (1918-2013) çıkar, bu mürit topluluğa kimin dost, kimin düşman, kimin Serok, Rêber, Yurtsever olduğuna öğretmen olur, bu mürit topluluğa gerçek sevginin ne olduğu, dostun, düşmanın kim olduğunu, kimin onları bu hale getirdiğini söyler ve öğretir. Böylesine bir dilekle.
Not:
Geçen gün YouTube de bir Gerilla kızın anlatımını duyunca emin olun insan olduğumdan utandım. Kız, “Önderliği görebilmek için hep onu rüyamda görüyor, onu görünce ona nasıl bakacağımı, ne söyleyeceğimi hatırlayınca dilim sevincimden dolayı ağzımda bir taş oluyor, ben dilsiz bir lal oluyordum ve halende öylesine bir duygu içindeyim” diyordu. Yani o kendine göre Öcalan’ı Tanrı yapmış ve o Tanrı karşısında dilsiz ve lal kaldığını söylüyordu. Sahiden bu önderlik nasıl bir önderlikti? Acaba o kızımız geçenlerde onu Pervin Buldan ve Ahmet Türk’ün arasında görünce, onun teslimiyet metnini de okuyunca ne hissetmiştir? Ne yazık, hâlâ kediyi kaplan, cüce ve korkağı Rüstem’i Zal gören gözler ve yürekler, teslimiyete de “Manifesto” diyen dişi, dudakları kanlı olan Kürd kişiler var.
Yine çok yazık, çok yazık. Saygılar.