
Memo Şahin
Naziler komünistleri aldıklarında
Sessiz kaldım
Çünkü ben komünist değildim.
Sosyaldemokratları tutukladıklarında
Sessiz kaldım
Çünkü sosyaldemokrat değildim.
Sendikacıları almaya geldiklerinde
Sessiz kaldım
Çünkü sendikacı değildim.
Yahudileri aldıklarında
Sessiz kaldım
Çünkü ben Yahudi değildim.
Beni almaya geldiklerinde
Protesto edecek kimse kalmamıştı!
Bu dizeleri yazan bir pastördü. Önceleri Nazi’lere sempati duydu. Sonra hak ve hukuksuzluğa karşı çıkınca tutuklandı. Yaşamının 1937’den 1945’e kadar olan kısmını, sekiz yılını Nazi zindanlarında ve toplama kamplarında geçirdi.
Niemöller bu dizeleriyle başkalarına yapılan haksızlıklara karşı sessiz kalmanın sonuçlarına dikkat çeker ve bireylerin yaşadıkları toplumda olup bitenlere karşı sorumluluğunu vurgular. Hoşgörü ve Empati yoksunluğunun nelere yol açabileceğini çıplak ve yalın bir şekilde dile getirir. Derin bir duyarlılık ve sorumluluk duygusuyla totaliter rejimlere karşı vaktinde tavır gösterilmesi gereğini vurgular.
1980’lerin başında Kürtlerle dostluk kuran Martin Niemöller’in dizelerinde anlattığının tersi yapılmış olsaydı, bugünkü durum yaşanmazdı.
Şayet dün Selahattin Demirtaş, Bekir Kaya, Selçuk Mızraklı, Osman Kavala tutuklandığında karşı çıkılsaydı;
Şayet 2009 yılındaki barış sürecinde yaşanan KCK Operasyonlarına, binlerce belediye başkanı, gazeteci, siyasetçiyle dağdan iyi niyet göstergesi için gelenlerin tutuklanmasına karşı çıkılsaydı;
Şayet 2013’da Çözüm sürecinin şafağında Gezi Parkı direnişinde tutuklananlar yalnız bırakılmasaydı;
Şayet 2015 yılının Temmuz ayından Kasım’a kadar HDP’ye yönelik çıplak teröre, Suruç ve Gar katliamlarına karşı ikircimsiz bir tutum takınılsa ve Kürtlerle yan yana gelinseydi;
Şayet 2016’da “Anayasaya aykırı ama” denerek Kürt parlamenterlerin tutuklanmasına yol açılmasaydı,
Şayet 2016’da Tanrının Lütfu sayılan “darbe” sonrası ‘Yenikapı Ruhuna teslim olunmasaydı;
Şayet 2016’da Kobani kumpas davaları kapsamında sürdürülen tutuklama furyasına sessiz kalınmasa ve o tarihten buyana iki yüz belediyeye kayyım atanmasına, belediye başkanlarının tutuklanmasına karşı sokağa inilseydi;
2025’te yaşananlar yaşanmaz, rejim bu kadar pervasızlaşmazdı.
Bir yandan Kürtlerle barış deniyor, normalleşme ve huzurdan bahsediliyor, diğer yandan Kent Uzlaşısından dolayı HDK’liler tutuklanıyor, Kobani bombalanıyor.
Ve Kürtlerle el sıkışmaktan dahi imtina eden Ekrem İmamoğlu PKK/KCK destekçisi denilerek gözaltına alınıyor.
Dünya’da seçilmiş parlamenterlerin, belediye başkanlarının bu ölçüde tutuklandığı başka bir ülke yok.
Ve dünyada hapishanelerinde on binlerce siyasi tutsağın olduğu başka bir devlet yok.
Putin Rusya’sında dahi!
Bunlar adım adım yaşandı.
Artık egemenlik kayıtsız şartsız milletin değildir!
Bir dikta ve oligarşik bir yapı ile karşı karşıyayız.
Bilim, siyasi ve ekonomik güç ile dipçik ve copun küçük bir grubun elinde toplandığı bir rejimi oligarşi olarak tanımlar. Buna erkler ayrılığının –yasama, yürütme ve yargının- tümden rafa kaldırılması ile basın ve yayının tek elde toplanmasını da eklediğimizde karşımıza Türkiye’deki rejim çıkar.
Elde kalan tek şey seçimlerdi, o da ne zamandır anlamını yitirdi. Artık devlet buyrukla, kararname ve genelgelerle yönetiliyor.
Ne ilginçtir. 2013’te barış süreci yaşanırken Gezi’de insanlar coplanıp tutuklanıyordu.
Ve ne ilginçtir, 2025’te bir yandan adı konmayan bir süreçten söz ediliyor, diğer yandan muhalefetin en önde gelenleri der-dest edilip terör örgütü üyelik ve yöneticiliğiyle suçlanıyor.
Ve rejim Kürtlerle muhalefeti, demokratik güçleri karşı karşıya getirmeye çalışıyor.
Yapılanlara, hukuksuzluğa, zorbalığa ikircimsiz karşı çıkmak gerekir.
Unutmayalım! Kendi mahallesinde bunları yapanlar, Kürt Mahallesi’nde yaşayanlara yaşamı zehir ederler.
Ve Martin Niemöller sesleniyor.
Yarın geç kaldık dememek için hatalarımı tekrarlamayın, yaptığımı yapmayın, haksızlığa karşı zamanında karşı çıkın ve tavırsız kalmayın!
Ve akılda tutup uyanık olalım.
Bu rejim sokağı zehirlemek, provoke etmek için elinden gelen her şeyi yapacak, çakallarını protestocuların üstüne salacaktır!
22.03.2025