
Rıza Çolpan
Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, PKK 1975 sonrası Apocular adıyla Ankara’da ortaya çıktı; çıkarken de ilk önce ondan çok evvel siyaset meydanına çıkan tüm Türk, Kürd gençlik örgüt ve partilerini iç düşman göstererek yüzlerce genci, bir sürü günahsız insanları canavarcasına yok etti, küçük aşiretleri büyük aşiretlere karşı kışkırtarak, kardeşi kardeşe öldürttü ve zaman 1978’e geldiğinde Lice Fis köyünde 21 gencin katılımıyla “Birleşik, Bağımsız, Sosyalist Kürdistan” şiarıyla kuruldu ve binlerce genç insanımız, kadın, kız her biri birer militan olarak Kuzey Kürdistan dağlarını mesken etti ve 15 Ağustos 1984’te Eruh da sözde düşman dediği Türk ordusunun bir karakoluna baskın yaparak silahlı mücadeleye resmen başladı ve ardında saldırılarını hem Türk ordusuna ve hem de hiç bir günahı olmayan kendi halkına yöneltti, böylece ortalığı cehenneme çevirerek düşmana gereken ortamı hazırladı ve yaratılan bu anarşi ortamında zalim devlet, ki onun eliyle kurulan bu organizasyonu bahane göstererek zalim ordusuyla bütün Kürd köylerine girerek insanlık tarihinde görülmemiş işkence metoduyla binlerce Kürdü katletti, zindanlarda çürüttü. Kadınları, erkekleri bir yere toplayarak, hepsini çırılçıplak ederek, erkek uzvuna ip bağlayarak kadınlara çektirtti. Seksenlik ihtiyar insanlarımıza insan dışkısı yedirmeye çalışıldı, genç kızlarımız, gelinlerimiz kirletildi, köyler yakıldı, yıkıldı, yüzbinler, milyonlar evsiz barksız kalarak metropollere göç ve asimilasyon çarkının önünde sıraya girdi. Yetmedi zalim devlet Hamidiye Alayları gibi Köy koruyucu sistemini geliştirerek Kürdü, Kürde kırdırttı ve 1979 da bu örgütü kuran zalim, acımasız, hiçbir asaleti olmayan kişi, bir plan gereği Suriye’ye giderek Baas rejimin ve onun lideri Hafız Esed güdümüne girdi, oradan da örgüte talimatlar göndererek her gün iki tarafta yüzlerce gencin şehit düşmesine vesile oldu. Yine yetmedi, doğa kanunu olan evliliği, sevgiyi sert bir dil ve emirle yasakladı, binlerce yıllık kültürü, saygı ve ihtiramı yok ettirdi. Torun nene, dede ve hata anne ve babasına “Heval” demeye başladı, on bin yıllık, son derece zengin dili yok etmeye çalıştı, Şam köşkünde kaldığı süre zarfında her türlü gezi, eylem, spor ve küfür konuşmalarını kayıt altına aldı, xulamlar kitaplaştırdı, küfürler bile ayet olarak dağıtıldı, eşi Kesire’nin gözleri önünde gözüne kestirdiği her güzel genç Gerilla kızlarla yattı, kalktı, sonra her birini çeşitli bahanelerle yok ettirdi. Amaç, ırz düşmanlığı ortaya çıkmasın diye. İşte bunu bilen ve gören Kesire tepki gösterdi, ondan ayrılarak kaçtı, arkasında ölüm fermanı çıktı, ama başarılmadı, ona “Ajan, hain” denildi. Oysa Kesire ne ajan ve ne de haindi. Kesire bir yurtsever kızdı. O merhum annemin öz dayısının torunu, yanılmıyorsam bugün İsveç’te yaşamakta, sessizliği gömülmüş bir kişilik. Dilerim ölmeden önce bildiklerini, gördüklerini yazarak gerçek bir tarih olarak gelecek nesillere bırakır.
Evet, Öcalan Suriye’de tamı-tamına 20 yıl kaldı, ülkede, Avrupa’da milyarlarca dolar toplandı ve ona götürüldü, adam orada kaldığı zaman diliminde Harun hayatı yaşadı. Genç, Güzel Gerillayla eğlendi, havuzlarda yüzdü ve zaman 1999’un sonuna gelince bir plan gereği Suriye’den çıktı, Avrupa ve Rusya gezisi sonucu Kenya’ya, oradan da dayılarının bir uçağıyla Türkiye’ye döndü. Dönerken de iki bayrak arasında “Ben yanlış yaptım, her türlü hizmete hazırım” dedi. Göstermelik bir yargılanmasında “Şehit analarından özür dilerim” derken, öldürttüğü on binlerce Kürd gençlerin analarını hiç aklına getirmedi ve devlet onu İmralı’ya götürerek hazırladığı villasına koyarak misafir etti. O gün, bugün tam 26 yıldır orada, ilginçtir yapılan propaganda ise onun hep tecritte olduğuydu. Oysa denilenler kuyruklu bir yalandı. 26 yıl tecritte kalan bir insan bir gamêş, yani manda kadar şişmezdi. Dilerim bugünlerde Türkiye televizyon ekranlarına yansıtılan fiziki yapısı ve duruşu her aklı başında olan insan görür.
Evet, sayın okuyucu kardeşlerim. Bu ihanetçi, ihanetçi olduğu gibi, şeytan, ahlaksız, gaddar, zalim kişi 41 yıl içinde en az iki tarafta 150 bin gencin ölümüne, binlercesinin sakat olmasına, 17 bin iç infaz, 5 bin köyün yakılıp yıkılmasına, koca Kuzey Kürdistan coğrafyasının tahrip edilmesine, 10-15 milyon Kürdün göçüne ve onların düşman metropollerinde asimilasyon çarkının önünde sıralanmasına, oralarda paymal olan Kürd şeref ve namusunun kirlenmesine, on binlerce çocuklarımızın uyuşturucu müptelası ve tinerci olmalarına ve bu kadar zaman süreci içinde bir karış Kuzey Kürdistan toprağının özgürleşmemesine rağmen, şerefsiz, haysiyetsiz, onur ve namusunu 196 bin Türk lirasına satan sözüm-ona Türk ahırındaki Milletvekilli yoldaşları, milyonlarca xulam ve müritleri hâlâ bu ihanetçiye “Serok, Rêber ve Önder” demekte ve zırvalamasına da “Manifesto” demekteler. Oysa o, bu sıfatlara layık biri değil. O, asaletten yoksun, çığırtkan bir annenin, pısırık bir babanın çocuğudur. Hitler, Mıstê Kor’da böylesine asaletsiz, cinsi, cibilliyeti belli olmayan birer günah çocuklarıydılar. Merhum babamın bir sözü vardı şöyle: “Dêla tirrek û gurêx”. Gerçek de budur. Ji dêlê piling dernakeve. Pîsîk nabe şêr.
Evet sevgili okuyucu kardeşlerim, Abdo’nun ve partisinin yaptığı bu. Bu adam sadece ihanetçi, yalancı Serok, Rêber ve Önder değil, bir İstanbul Tophanesinin serserisi gibi de küfürbaz. Bu adam af buyurun Sayın Mesud Barzani’ye: “Orospu çocuğu” diyen kişi. Ben bu alçakça lafı iki kulağımla duymuş, iki gözümle de o kaseti izlemiştim. (İzleten de bir zaman beni çok sevdiğini, Abdocu olunca bu kez Tanrı selamını bile bana çok gördü bu zırcahil, kalemi mertek gören bomık zat). Bu adam mevcut fiziki yapısıyla, geveze demagog hitap şekliyle de her önene gelene küfür savurur “Ulan sizi ben yarattım, hepiniz bir hiçsiniz, aptalsınız, beni anlamıyorsunuz” deyip herkesi aşağılayan bir ihanetçisi, ama ne yazık ki milyonlarca bomık toplum bu kişiyi bir türlü anlayamadı; anlayanlarda onurlarını, şeref ve haysiyetlerini ayda alacakları 196 bin lira maaşa satıp, bir ahırda kümelenen, orada daha da yalan uydurmak sevdasındalar. Bakın daha önce yazmıştım, tekrardan fayda var. 27-2-2025 tarihli “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”. Bir hayli zırvalanmasının bir paragrafında aynen şunu diyordu:
Âşırı Milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır”.
Evet, bu qeşmer, kendini yarı Tanrı gören bu sersem adam, on bin yıllık dilimizi, örf, adet ve tüm geleneklerimizi onun uyduruk sosyolojisine uygun olmadığı söylemekte, hayâlı Demokratik Cumhuriyet, Ortadoğu Konfederalizmi, Ekolojik ve Kominal Toplum modelini dünyaya sunmaya çalışmakta, kendini dünyanın lideri ve filozofu sanmakta, ama ne yazık ki buna inanan, tüm zırva ve saçmalığına “Manifesto” diyen, alkışlayan milyonlarca da bomık Kürd var.
Yine evet, bu adam bir zaman cesarette kendini Rüstem’î Zal, bilinçte Einstein sayan, 27-2-2025 günü 50 yıl önce kurduğu örgütünün feshi fermanını Kandil’deki xulamlarına göndererek, fes ettirdi, ki bu tüm Kürdlük dünyası için hayırlı olmuş kanaatindeyim. Yani 12 Haziran’da.
Gelelim bugüne. Daha doğrusu 9 Temmuz 2025’te hazırlanan, ancak silahların teslim günü olan 9 Temmuz 2025 günü “Silahın değil, siyasetin gücüne inanıyorum” çağrısında, yine zırvalayarak, ihanetini tekrarlayarak sıralamakta sakınca görmemektedir. Uzun zırvalamanın bir paragrafı da şöyle:
“Tüm yaşanan gelişmeler sonunda tarihi bir dönüşüm sayılması gereken bir Demokratik Toplum Manifestosu hazırladım. (Way sevsinler manifestonu) Bu manifesto yaklaşık 50 yıllık “Kürdistan Devrimin Yolu” manifestosunu başarıyla ikame edecek niteliktedir. Sadece Kürd tarihsel toplumu için değil, (Vay, vay vay) bölgesel ve küresel toplum için de tarihsel, toplumsal bir içerik taşıdığına inanmaktayım. Tarihi manifesto geleneğinin başarılı bir örneğinden kuşku duymamaktayım” diyor bizim bu hayalperest, kendini dünya lideri, yarı Tanrı, yeni Harranlı İbrahim, Mekkeli Muhammed gören, insani duruş ve sevgisinden yoksun, Ahmet Zeki Okçuoğlu ve diğer bir çokların dediği gibi ırz düşmanı bu adamın mürit ve xulamları bu teslimiyet metnine “Manifesto” hiçbir şey elde edilmeden silahların bırakmasına da “Zafer” diyorlar. Weyyyyyyyy, mirov ker dibe, lê ne evqas.
Evet, buraya kadar PKK’nın götürüsü.
Gelelim getirisine.
Sevgili canlar, dünyada hiçbir insan ne kadar cahil ne kadar kötü olursa olsun, yaşamı boyunca hep yanlış şeyi yapmaz, mutlaka iyi şeylerde yapar. Tabi bu da isteyerek yapılan şey olmaz bu tür insanlar için, tesadüf sonucu olan bir şey. PKK, Abdo meselesi de böylesine bir şey. Yani kanımca PKK’nın bütün tahripkar eylemlerinin sonucu, Kürd halkında ulusal ruh oldukça gelişmiştir. Dünya onun olumsuz eylemleriyle Kürd, Kürdistan ismiyle tanışmış, Kürd halkına sempati duymuştur. Her şehit düşen gencin ölümü önce bir mateme, sonra coşkulu bir ulusal ruha dönüşmüş, Kürd, Kürdistan sorunu, Kürdistan Bağımsızlık ruhu milyonların beyninde bir meşaleye, yeni bir fidana dönüşmüştür. Dilerim bu fidan bir çınara dönüşür, 60-70 milyonluk Kürd halkı o çınarın gölgesinde oturur, Abdo’ya da lanet okurken, o şehit gençlere de “Nur içinde yatın” der. İşte PKK’nın getirisi de bu. Sonuç istediğim gibi olur mu, olmaz mı? onu da bilmem. Ama ben “olması dileğiyle” diyeyim. Ben yine iki Kürdçe dörtlükle yazıya son vereyim.
Kerên me pirr in, nebûne mirov
Hinek rovi, çeqel, hinek hirç û hov
Lal in, çav kor in, kozikên xwe ra
Dibêjin “Qesr” ji gund ra jî “Moskov”.
Manifesto, manifesto
Tê bîhna gû, tirr, fisto
Du zalimên wekî hev
Yek Abdo ye, yek Misto.
Not:
Sevgili okuyucu kardeşlerim, Simko Engizek adlı bir Kürd kardeşim bana bir dörtlük göndermiş ve bana: “Kek Rıza lütfen bu dörtlüğümü yazınla birlikte yayınla” demiş; bende müsaadenizle o dörtlüğü aşağıya alıyorum, ki onun gönlü hoş olsun.
Herêma Mêzgir, mala Kurdan
Lo lo Cafer û Mazlûm Doxan
Cewlik lo lo doktor Hayri
Sîverek haylo Neco Kurdistanî.
Bimînin di xweşîyê da.