
Riza Çolpan
Sevgili okuyucu kardeşlerim, tarih yazımından günümüze dünya insanlarının arasında, insanlar birbirlerini değişik adlarla nitelendirmişler diye düşünüyorum. Tabi tarih öncesi ilkel insanı topluluklar birbirlerine karşı nasıl davranmışlar, birbirlerinin davranışına ne ad vermişler, kanımca bu kesinlikle bilinmez, söylenenler ise bence hep tahmin, çünkü somut gerçek yazılı belgeler elimizde yok. Ayrıca o günkü toplumların dilindeki güzel ve kötü sözcükler neydi ben şahsen bilmiyorum. Ama bugün bildiğim iki dildeki (Kürdçe ve Türkçe) iyiyi, kötüyü okkalı küfür ifade eden sözcükleri bilirim. Kısmen de İngiliz dilindeki sözcükleri.
Evet, yukarıda başlıktaki birinci sözcüğün Kürdçe karşılığı zadegani ve hilavi’dir. Türkçesi ise asalet. Tabi kelimenin özü Arapça. Perspektif sözcüğü ise Fransızca bir sözcük, anlamı ise Görünge veya bakış açısı anlamını içerir. Bir başka deyişle kişinin görüşü. Elbette dünyamızdaki her bir insanın bir görüşü, bir isteği ve bir arzusu vardır. Bu görüşler her insani topluma göre doğru veya yanlış olabilir; ama buna mutlak doğru ve yanlış denmez. Çünkü mutlak doğrular, tabiat kanunlarından başka; örneğin gece ile gündüzün, yılın dört mevsimi, güneşin Doğuda doğup, Batıya yönelmesi, kar, yağmur, insanlar, hayvanlar, her türlü börtü-böcek, bitkiler ve uçan kuşlar. Bunlar somut varlıklar ve doğrular.
Canlar, bunları niçin size yazıyorum? Düşündüklerimi size aktarmak için. Düşüncelerim doğu veya yanlış olabilir, ama bu bana ait. Ben bugün 91 yaşında olan bir Kürdüm. Kürdistan’da doğdum, o kutsal toprak ve coğrafyada büyüdüm, belirli bir yaştan sonra da terki vatan gurbet, dünyanın dört kıtasını dolaşmam, sayısızca insanları tanımam, çeşitli olayların tanığı olmam ve bugüne gelmem.
Evet, başlıktaki konu benim 1978’de bu uzak diyarda ismini duyduğum PKK ve lideri Abdullah Öcalan’la ilgili. Bu adam 1970’lı yıllarda Ankara’da belirli üniversiteli Kürd gençlerle tanışır, bir rivayete göre de ülkücülerle ilişkide, camiye giden dindar bir genç, ama süreç içerisinde sol düşünceye sempati duyar, belirli Kürd geçlerle Kuzey Kürdistan’ın belirli köy ve kasabalarını dolaşır ve 1978 de Fis köyünde bir gurup genç arkadaşıyla Partiya Karkerên Kürdistan’ı kurar, ki bu adın ikinci sözcüğü, af buyurun eşekleri ifade eder. Oysa şöyle olmalıydı: “Partiya Karkırên Kürdistan”.
Evet, parti böyle kurulur ve ilk icraatı, “İç düşman” sloganıyla, ele geçirdikleri silah ile, onlardan çok önce kurulan KUK, RIZGARI, KAWA, ÖZGÜRLÜK YOLU, PDK-T ve TÊKOŞİN’e saldırmaya başlar, onlarca Kürd beyin insanını yok ederler. Yetmez, bu kez küçük aşiretleri büyük aşiretlerle karşı karşıya getirerek binlerce Kürdü birbirine kırdırtırlar, bir tarafta bunlar olurken, zalim devlet de Hamidiye Alaylarının bir benzeri Köy Koruyucular sistemini geliştirir, Kürdü Kürd’e karşı getirerek, binlerce Kürdün şehit olmasını sağlar, 5000’e yakın köy yakılır, yıkılır, koca coğrafya tahrip edilir, milyonlarca insanımız göç sonucu düşmanın metropollerine giderek asimilasyon çarkının önünde sıralanır ve bu durumun baş sorumlusu Abdo ise zaten 1979 yılından beri Suriye’de Hafız Esed’in güdümündedir, Esed onu hem kendi ailevi çıkarı ve hem de devletinin çıkarı için kullanır ve yıl 1984’e geldiğinde Abdo oradan bir emirle, bir gurup silahlı Kürd genci Eruh’ta bir Türk askeri karakoluna baskın yaparak resmen silahlı mücadeleye başlarlar ve zaman 1999 yılına geldiğinde Abdo Suriye’de kovulur, uzun bir dünya seyahatine çıkar, bir ara Roma’da misafir olur, onlarca mürit onun için kendini yakar. Daha sonra yönünü Afrika kıtasına çevirir, Kenya’nın başkenti Nairobi’ye gider, daha sonra orada, yani 15 Şubat 1999’da dayılarının MİT’te çalışan bodyguardları tarafında derdest edilerek İstanbul’a getirilerek, cennet misali İmralı adasındaki villasına konulur, o gün, bugün orada ve ilginçtir barbar Türk devleti 200 yıllık Kürd sorununu da ona bağlanmış. O ise yaşadığı cennet villasında bu sorunla ilgili 27-2-2025 günü “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” metninde aynen şunu diyor: (Bu çağrı defalarca yazıldı, çizildi, ama ben yine de yazayım)
“Kürd-Türk ilişkileri 1000 yılı aşan tarih boyunca, Türkler ve Kürdler varlıklarını sürdürmek ve hegemonik güçlere karşı hayatta kalmak için gönüllük yönü ağır basan bir ittifak içinde kalmayı zorunlu görmüşlerdir. Kapitalist modernitenin son 200 yılı, bu ittifakı parçalamayı esas gaye edinmiştir. Etkilenen güçler, sınıf temelleriyle birlikte buna hizmeti esas bellemişlerdir. Cumhuriyetin tek tipçi yorumlarıyla birlikte bu süreç hızlanmıştır. Günümüzde çok kırılgan hal alan tarihsel ilişkiyi, kardeşlik ruhu içinde, inançları da göz ardı etmeden düzenlemek esas görevdir” diyor.
Evet, peki bu çağrı ve söylemde bir gerçek payı var mıdır? Bana göre kesinlikle bir gerçek payı yok. Kardeşlik ise tamamen bir zırvalama. Çünkü kardeşlik bir biyoloji gerçekliktir, hatta bazı kardeşlerde birbirlerine karşı kardeşçe davranmazlar. Kaldı ki biz hiçbir halkla kardeş değiliz. Hele barbar Moğol piçleriyle, fizikimiz bile farklı. Malazgirt olayında da Kürd, zalim Türkün kardeşi değildi. Gelen barbar güruhun da Türk olduğu tartışmalı. Ardında Abdo’nun “Kardeş” dediği barbarların Mervani, Şadadi, Hesnewi Kürd devletlerini ortadan kaldırmaları ve 18’inci yüzyıla geldiğimiz bugüne kadar, 1847’de Bedirxan, 1880’de Şeyh Ubeydullah, 1913’te Bitlis’te Şeyh Selim, 1921-22 Koçkiri, 1925 Şeyh Said, 1927-32 arası Ağrı ve Zilan, 1937-38 Dersim. Yani yüzbinlece Kürdün Türkler tarafında imhası, ki Abdo buna “Bin yılık kardeş” diyor. İnanın bir insan namert olur ama bu kadar da olamaz. Bu ölçü ve tarif Abdo’ya laik. Namertlerin pir î.
Bir diğer paragrafı ise şöyle: (Daha önce yazmıştım, yine de yazma ihtiyacını duyuyorum
“Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır”. İşte soysuzlaşma, gaddarlaşma, zalimleşme, bin yalanı bir çırpıda söyleyen ve mazlum halkımızı böylesine yalanlara inandıran, bu bağlamda binlerce insanımızın ölüm fermanını çıkartan, öldürten kendini dünyanın en akıllı insanı, hatta Tanrı yerine koyan sözüm ona Kürd Abdo.
Gelelim ikinci uzun mektubuna ve saçmalıklarına. Yani Perspektif başlıklı zırvalamasına. Adam bu mektupta, konuyla hiç ilgisi olmaya, mitolojik olayları, örneğin Gılgamêş (Ben buna “Gırgamêş” diyorum. Çünkü hikâye Tanrıça İştar yerine vekil İluna’nın isteğiyle gökte Marduk bir Gamêş boğasını Uruk kralından intikam alsın, her tarafı darmadağın etsin diye gönderiyor. Bunun için ben “Gılgamêş” değil “Gırgamêş” diyorum. Hatta bu isimle bir de şiir yazdım, kitaplaştı) ve Enkidu, Enkidu’yu ormanda, hayvanlarla yaşayan, giyim-kuşam bilmeyen, vahşi, Uruk kralın emriyle insanlar arasına getiren Teyiptila kadını, ki ismini anmadan ona “Faişe” derken, Kürd Gerilla kızlarını ve Kürd analarını da faişe diye yaftalıyor. Bakın Perspektif adlı saçmalığında ne diyor: “Enkidu’ya, (ki büyük itimalle o dağlardaki proto Kürd oluyor) bir faişeyi gönderiyor. Bir destandır ama bir faişe üzerinden erkeği elde etme kültürü vardır. Ne yapıyorlar? Allayıp pulluyorlar. Zaten tapınağı var biliyorsunuz en seçme kadınlar tapınaktadır” diyor ve devamında “Uruk sitesinde bir kadın tapınağı var, bunu günümüz kerhanesine benzetebiliriz. Tapınaktan kerhaneye bir dönüşüm söz konusudur. Musakkaddim evet ismi de var. Bu erkeğe dayalı toplumsallaşmadır. Halen de öyle değil mi? Çok çarpıcıdır, saflarımıza kadar sızmalar oldu. PKK’yi bölüp parçalamak için böyle özel kadınlar yollandı. Çok çarpıcıdır; bunları yaşadık, ben bile belki yaşamış olabilirim” diyor ve gel de buna “Sersem, ahmak, ihanetçi, ırz düşmanı” deme. Adam Gerilla kızlarımıza, bizi doğuran analarımıza “Faişe” demeye getiriyor. Birde utanmadan, arlanmadan “Çarpıcıdır bunları yaşadık, ben bile belki yaşamış olabilirim” diyor. Oysa yüzlerce kez yaşayan zorba bir manyaksın sen. Kimini zorla, kimini de kandırarak. Zorla kirlettiklerini de barbarca yok ettirdin, diri diri toprağa gömdürttün bire namert.
Hiç unutmam, yıllar önce Almanya’nın Köln kentinde bir arkadaşa misafirdim. Ev sahibi Med TV’yi açınca, karşıma bir Kürdistan Kadınlar Konferans programı çıktı. Konferans Kürd kadınların sorunuyla ilgili olduğu için bence çok önemliydi. Divanda dört bacı vardı, güzel, ruh açıcı sözler söylediler, birkaç dakika sonra Abdo Şam’dan telefonla divandaki kadınlara “Kürd kadını son derece kokar, yanına yaklaşılmaz” deyince, divandaki kadınlardan hiçbir ses çıkmayınca, ben şaşırdım ve ev sahibi de televizyonu kapattı. Çünkü o da çok sinirlenmişti. Çünkü namert Kürd kadınlarını, analarını aşağılayarak hakaret ediyor, dinleyen kadınlardan bir ses çıkmıyordu. Adam Kürdistan’daki tüm kadınları, kendi yaşadığı, genç gerilla kızlarla havuzda yüzdüklerini, günün yirmi dört saati için de her evde sıcak ve soğuk su zannediyordu. Ama ne yazık ki hâlâ ona “Kadına özgürlük bağışlayan lider” diyen bomık, sersem, beyni yıkanmış kadın ve genç kızlar var. Ayrıca onun bu hakaretvari sözlerini bilen kadınlardan hiçbiri de ona “Sen neden bahsettiğin kadın özgürlüğünü eşin Kesire’ye vermedin? Neden o senden kaçtı? Niçin ona hain damgasını vurdun? Neden birara onun ölüm fermanını çıkardın? Neden ona “Ajan” dedin? Sahiden Kesire ajan mıydı? diyen, soran yok. Oysa Kesire ne ajandı ve ne de hain. Kesire onurlu ve yurtsever genç bir kızdı, ama gözü önünde yapılan ahlaksızlığı kabul etmediği için ondan kurtulmaya çalıştı ve kaçtı. Kesire benim annemin öz dayısının torunudur, babası Ali Yıldırım gibi değildi ve değildir. Kaldı ki Ali Yıldırım’da o işi sırf hainlik olsun diye Alpdoğan’la ilişki kurmamış kanaatindeyim. Olsa bile, hain ve ajandan hain, ajan çıkmaz, bunu bilmemizde fayda var.
Evet, gelelim diğer bir konuya. Yani bu adamın bir başka zırvalamasına. Bu adam hiç utanmadan, arlanmadan Şeyh Said, Sey Rıza, Qazi Muhammed, Mele Mustafa Barzani, Celal Talabani ve Qasımlo’ya dil uzatırken, bunları eski Hitler dönemindeki Yahudi işbirlikçisi Jundernat’a benzeterek, kendini ise bir bilge Kürd yurtseveri, kahraman, korkusuz bir Rüstem’i Zal zannediyor. Eğer varsa insan üstü bir güç “Kabul etmesin” diyorum ve ekleyerek “Ulan korkak sen nerede, o insanlar nerede. Bana göre sen utanmadan kınadığın, dil uzattığın bu insanların apış arasındaki kılı bile olamıyorsun. Şeyh Said Efendi idama giderken başı dik düşmana bağırarak “Çocuklarımız, torunlarımız sizden intikamımızı alacaklar” deyip korkmadan düşmana meydan okudu. Kahpe düşman Sey Rıza’nın 16 yaşındaki küçük oğlu Hüsênê Reşık’ı idama götürdüğün de o oğluna “Sakın korkma yavrum, düşmana boyun eğme” dedi ve daha sonra idam sehpasına giderken, celladı tekmeleyerek, kendir kırnapını boğazına geçirerek şahadete ulaştı. Qazi Muhammed ise hisleriyle, cesaretiyle adını Kürd tarihine altın harflerle yazdıran bir Kürd liderdir. Qasımlo ise son derece bilge bir Kürd liderdir, namertçe Molla rejimi tarafında katledilmiştir. Kısacası bunlar senin gibi kedi önündeki fare olmadılar; “Hizmetinize hazırım, yanlış yaptım, şehit asker analardan özür dilerim, ben kölenizim, istediğiniz her şeyi yaparım” demedi ve demediler. Mele Mustafa Barzani ise, Kürd yüzyıl tarihinin kahramanı. Talabani Kürd halkının bilge bir siyasetçisi.
Evet, sevgili okuyucu kardeşlerim, bu korkak, ihanetçi herif, halkımız Kürd halkı için “Bu toplum bir tür çöplük, çöplük toplumu, bir mezarlık” diyerek, bizim sonucumuzun Latin Amerika’daki İnkalar, Aztekler, Kuzey Amerika’daki Kızılderiler gibi olacağını, on bin yıllık ve zengin dilimiz için de utanmadan “İşlevsiz bir dil” diyor, ne yazık ki, şerefini, namusunu 196 bin Türk lirası maaşa satan, Kürd halkının oylarıyla Milletvekili seçilen, düşmanın ahırına gönderilenlerden bir ses çıkmamakta, aksine onu savunmaktalar. Burada o korkak, Qaso, Rayber, Pırço’ya sesleniyor ve “Ulan Kürd dili senin Halfeti köyündeki çığırtkan annen Üveyş, pısırık baban Ömer’le konuştuğun yarı düşman dili değil. Kürd dili bir derya, Okyanus kadar derin, dünya zengin dillerin arasında sekizinci sırada, 817 bin 806 kelime hazinesi var, ki bu rakama Sorani ve Hawrami Kürd sözcükler dahil değil. Lütfen o şaş gözlerinle gir Wikipedia ya ve öğren bu gerçeği sersem.
Evet, yine uzattım bağışlayın. Dilerim bu hainane söylem ve davranışlar karşısında Kürd yurtseverleri, ki büyük çoğunluk, bu tür söylem ve gidişata “Dur” diyerek bir çare bulacak, Özgür, Bağımsız bir Kürdistan için güçlerini birleştirerek, hayâl ettikleri cennet ülkelerinin ezeli sahibi olacaklar. Böylesine bir dilekle.
Bimînin di xweşîyê da.
Not:
PKK’nın Kürd halkına tek olumlu iyiliği, şehit edilen on binlerce gencin yüzü hürmetine, Kürd halkında uyandırdığı ulusal ruh ve teröristte tanınsa, Kürd adının taşımasında, dünyanın çoğu ülkeleri Kürd, Kürdistan isminin duyulması. Hepsi bu kadar.