Hani derler ya, „tarih tekerrürden ibarettir“.
Türk tarihi de son çeyrek yılda bir kez daha tekerrür ediyor.
Yıl 1995.
Recep Tayyip Erdoğan, Refah Partisi’nin adayı olarak İstanbul Belediye Başkanı seçilmişti.
Dönemin vesayetçi kurumu olan Türk Ordusu, Diyarbakır’da okuduğu bir şiirden dolayı Erdoğan’ı yargılattı.
Yargılama sonucu Erdoğan 10 aylık bir cezaya çarpıtıldı…
Siyaset yapma hakkı elinden alındı…
Dönemin gazeteleri o kararı, „Erdoğan artık muhtar bile olamaz“ manşetiyle duyurdular.
Söz konusu ülke Türkiye olunca, „muhtar bile olamaz“ denilen Erdoğan, 2001 yılında kurulan AKP’nin lideri oldu.
Kuruluşundan 1 yıl sonra yapılan seçimlerde AKP tek başına iktidar…
Lideri olan Erdoğan da başbakan oldu.
Kesintisiz olarak üç dönem başbakanlık yapan, ardından Cumhurbaşkanı olan Erdoğan, Türkiye tarihinde en uzun başbakan ve de Cumhurbaşkanı unvanına da sahip olarak Türk devletini 23 yıldır tek başına yönetiyor.
İki dönem ile sınırlı olan Cumhurbaşkanlığı görevine katakulliyle 3. kez seçilen Erdoğan, 2028’de yapılacak seçimde de bir kez daha seçilmek için şimdiden hazırlık yapıyor.
Üstelik çeyrek asır yıl önce, dönemin vesayetçilerinin kendisine karşı uyguladıkları yöntemi, bu kez kendisi erken belirlenen rakibi Ekrem İmamoğlu’na karşı uygulamakta…
Başka bir deyişle çeyrek asır yıl önce mağdur olan Erdoğan, bugün vesayetçilerin rolünde, üstelik tek başına…
Rakibi İmamoğlu ise, mağdur, hem de Erdoğan’ın mağdur olarak terk ettiği koltuğun şu an ki sahibi olarak.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yüzyılı Kürtlere karşı işlediği suçlar nedeniyle pek parlak değil.
Kuruluşundan itibaren Kürtleri defalarca toplu katliamlara tabi tuttu.
Katliamlarla Kürtleri bitiremeyince, ret ve inkara dayalı politikaları devreye soktu.
Asimilasyon ve tehcir politikalarıyla Kürdsitan’ın demografyasını değiştirdi.
Her şeye rağmen Kürt halkı yılmadı, her yenilginin ardından yeniden dirilerek var olma direnişini sürdürdü.
Buna karşın devletin sahibi olmakla övünen Türk halkı, Kürtlere yapılan zulmü hiçbir zaman görmek istemedi, hatta o zulmün artmasına yardımcı oldu.
Kürtlere yapılan katliamaları, „bölgeyi medenileştirme operasyonları“ olarak adlandırdı.
Devlet Kürt partilerini kapatırken, seçilen belediye başkanları görevlerinden alıp hapse atarken, Kürtlerin kardeş olarak gördüğü halk, devletinin hukuksuz uygulamalarına, „şehitler ölmez, vatan bölünmez“ sloganlarıyla tempo tuttu.
Devletin Kürtlere karşı yürüttüğü gizli ya da açık politikalarını, cumhuriyetin kendini koruma refleksi olarak gördü ve destekledi.
Kürt realitesiyle yüzleşmeye yeltenen siyasetçileri seçim sandıklarında cezalandırdı.
Kürtlerle ilgili kimi söylem ve eylemleri nedeniyle bugün tek başına vesayet odağı olarak görülen Erdoğan bile, „Kürdistan’ı kuracak“ diye suçlandı.
Oysa Türk halkı devletin katliamcı politikalarını, insanlık dışı uygulamalarını destekleyip, onun günahlarına ortak olacağına, demokratikleşmesi için bir çaba içerisinde olmuş olsaydı, bugün Kürt sorunu diye bir sorun, seçilen belediye başkanları yerine kayyım atama diye bir uygulama, Erdoğan gibi düşünmeyen herkesi terörist görüp içeri atma gibi bir yargı sistemi olmaz de olmaz…
Erdoğan da çeyrek asır yıl önce uğradığı haksızlığı, bugün kendi eliyle İmamoğlu’na karşı tekrarlatmazdı.
Düne kadar sadece Kürtlere yönelik uygulanan hukuk, bugün devleti kuran CHP’ye de artık uygulanıyor.
Kürtlerin Türklerle eşit haklara sahip olabilme ihtimali azalsa da, hukuksuzlukta eşitleşme ihtimali ise her geçen gün biraz da ha artıyor…
21.03.2025