
Rıza Çolpan
Sevgili Kürd kardeşlerim, uzun yıllar önce ben bir karar almıştım, ki yazım dünyasında, her konu için düşüncelerimi ana dilim Kürdçe ile yazayım demiş, ancak Kuzey Kürdistan’daki mazlum halkımın durumu beni sözümden ve kararımdan ne yazık ki bazen alıkoyuyor. Nedeni de zalim barbar Türk devletinin yüzyıldan beri dilimizi, kültürümüzü, müzik, tarih, örf ve adetlerimizi, hatta ve hatta birer insanı varlık olduğumuzu yasaklamış, altı-yedi yaşında olan çocuklarımızı zoraki kendi okuluna götürmesi sonucu, Kürdçe ana dilini okumayan, bu dilin edebiyat, siyaset, hukuk, felsefe, ekonomi ve tıbbi terimlerini ve bu dilin terminolojisini okumayan, dil dalında asimile olan, bu insanlarımızın varlık rakamları en az 35 milyon bir topluluk olduğu için, çoğu yurtsever Kürd, düşünce dünyasındaki yazarlar ne yazık ki bir mecburiyet sonucu, kendi kardeşlerine bir mesaj niteliğinde de olsa düşman diliyle ulaştırmaya çalışıyorlar, ki onlardan biri de ne yazık ki benim. Zira ben hiçbir zaman kendime, “Yazar, şair ve siyasetçi” demedim, her yerde ve herkese: “Ben bir Kürd çobanıyım” dedim ve şunu da eklemeyi unutmadan, “Her bir Kürd çobanın da Kürd-Kürdistan için muhakkak bir düşüncesi vardır ve o düşüncesini yazıya, kitaba dönüştürmek istiyorsa bu işi kesinlikle yapması gerekir” dedim ve diyorum. Okuyucuların da beni böyle tanımalarını rica edeceğim.
Canlar, ben şahsen dindar bir kişi değilim, ama tüm dünya dindar insanları şunu der: “Dünyadaki bütün canlıları Tanrı yaratmış, her canlıya göre de bir yaşam vakti, ömür, yani gün ve yıl bağışlamış”. Örneğin bir sinek, tüm börtü-böcekler, dört ayaklı hayvanlar, kanatlı kuşlar ve bütün bunların en akıllısı insanlar belirli bir yaşam sonucu ölüp gidecek. Bir sineğin ömrü bir iki gün, bir diğer kanatlı ve dört ayaklı hayvanın ömrü birkaç yılla sınırlı iken, bir insanın ömrü en fazla, ki bu da istisna, yüz veya en fazla 120-140’yıldır. Ben 150 yıl yaşayan dedemin köylüsü (XELAN) Xata Nûrê’yi biliyorum, “Toprağı bol, nur içinde yatsın” diyorum. Ayrıca bilebildiğim kadarıyla tüm canlıların içinde en uzun yaşayan da bir kaplumbağa türü var, ki sonuçta o da ölüyor. Yani her canlının sonu ölüm. Ölüm korkunç da olsa, bu doğa yasasını bilen her insan ölümden korkmamalı. Hele-hele bir topluluğa liderlik yapan, kendini o toplumun lideri, öğretmeni sayan, gören kişi, düşmanına esir düşeceğini bildiğinde kesinlikle ölüme meydan okumalı, gücü yetmiyor, kurtuluşu da hissetmiyorsa, o zaman kendini öldürmeli ve intihar etmesi gerektiğine inanıyorum. Bunu yapan her lider, her öncü kişi, adını insanlık tarihine yazdırır. Örneğin katil, barbar Hitler bile bunu yaptı. Kürd lideri, Kürdistan dağlarının aslanı, Mele Mustafa Barzani, koca bir Kürd hançerini ömrü boyunca, göğsünün, yani kalbinin üstünde taşıdı; peki neden? “Eğer bir gün düşmana yenilir ve esir düşersem bu hançerle kendimi öldürürüm” demiş, adını Kürd, Kürdistan tarihine altın harflerle yazdırdı. Çünkü asil, aydın, son derece yurtsever, halkını seven, halkı için ölümü kutsal vazife sayan bir aileden geliyordu. Şeyh Said, Sey Rıza, Qazi Muhammed ve Celal Talabani hakeza. Her biri asil bir Kürd ailenin çocuğuydu. Ama hiçbir ailevi asaleti olmayan, çığırtkan bir annenin ve pısırık bir babanın oğlu, tezek kokan bir evde doğup büyüyen bir insan, bin bir iğrenç küfrü sevmediği kişi ve kişilere söyleyen, kalkmış tarihi on bin yılın ötesinde olan bir halka: “Bu halk çöplük, bu halkın dili işlevsiz ve ilkel, liderlerine Hitler dönemindeki Yahudi işbirlikçi Jundernatlar” diyor. Hem de hiç utanmadan, sıkılmadan, “Bu halkı ben yarattım, ben yarı Tanrı bir kişiyim, bütün dünya filozoflarını aştım” diye zırvalıyor, milyonlarca şaşkın bomıklar da bu normal bir kişi olmayan, ihanetçi, korkak soytarıyı alkışlayarak ona “Rêber, Kürd Halk Önderi, Her Bijî Serok” diyebiliyor ve Kürd halkının kutsal ulusal sorununu ona bağlamaya çalışıyorlar. Bu bomıkların lider kadroları namus ve şereflerini, kutsal Kürd-Kürdistan’ın Kurtuluş davasını 196 bin Türk lira maaşa satan kişilerdir. Bunlar ve İmralı’daki ihanetçinin emir-kulları, maşaları, fakir, yoksul, bilinçsiz Kürd halkının oylarıyla düşman Türk, Arap kişileri kendileriyle beraber Türk ahır meclisine götüren kişilerdir. İlginçtir, bu kişiler Amed, Rıha, Mardin, diğer Kürd şehir, kasaba ve köylerimiz de yaşayan mazlum halkımızın oylarıyla her ay 196 bin lira maaş alıyor, hiç biri de bir tek kelime Kürdçe bilmedikleri halde, Kürd-Kürdistan milletvekilleri sayılıyorlar. Örneğin devşirme Cengiz Çandar, son derece çirkin, miskin, iğrenç suratlı Arap Tülay Hatimoğulları, Kürd düşmanı İsmet İnönü’nün torunu Sezai ve benzerleri fakir Kürdlerin oylarıyla 196 bin lira maaş alıyor, bu halkı asimile yöntemiyle Türkleştirmeye çalışıyorlar. Peki bu namert ve ihanetçi uygulamanın patronu, rêberi, uzmanı kim? Kuşkusuz birinci büyükbaş İmralı, ikincisi de Edirne’deki Palulu Selo.
Evet, bana göre Abdo son derece korkak, ölmemek için en kutsal davasını, namusunu, gurur ve onurunu, şeref ve haysiyetini satan bir kişiliktir, bir korkaktır. Eğer o yakalandığında, direnseydi, ölümü göze alıp intihar etseydi, kanımca adını tarihe altın harflerle yazar, bütün Kürdlük dünyasının ölmez bir efsanesi olurdu, ki bende yaşadığım son güne kadar onu öyle anar ve sayardım; ama o bunu yapmadı, kedinin önündeki fareye döndü. Çünkü hiçbir asaleti olmayan bir kişilik. Yakalanması ise, gelo o bir senaryo oyun muydu, rol öyle mi verilmişti. Kanımca da öyle.
Buraya kadarı bu Abdo için. Gelelim Selo Can’a.
Evet, bilebildiğim kadarıyla Selo Palulu bir ailenin çocuğu. 10 Nisan 1973’te doğmuş. Yani bugün 52 yaşında. Baba adı Tahir, annesinin adı Sadiye. Kendi deyişiyle 17 yaşına kadar kendini Türk biliyormuş, sonra Kürdlüğünü öğrenmiş, okuyarak avukat, yani hukukçu olmuş, zekâ ve aklıyla, konuşma tarzıyla, müzik severliğiyle, mizahlı sözleriyle, tambur çalmasıyla, Amed’de tanınmış, abisi Nureddin ile Abdocu olmuş, daha sonra da HDP Eş Genel Başkanı, ardında Milletvekili seçilerek Türk ahır meclisine girmiş, Mistê Kor’un devrimleri üzerine, Türkiye’nin Bölünmez Bütünlüğüne yemin etmiş, bir ara Reisicumhur adayı olmuş, o seçim döneminde miting meydanlarında Gürcü Reco için var gücüyle “Seni başkan yaptırmayacağız” diye bağırmış, 4 Kasım 2016 günü canı kadar sevdiği Türk devletinin kelepçeleri iki eline takılarak kendini Edirne ceza-evinde bulmuş, o gün, bu gündür orada yaşamakta, sazıyla, kendi kendisiyle konuşan sözleriyle arkadaş, derin edebi içeriği olmayan kitaplar yazmakta ve bu son günlerde de yattığı yerde düşmanın kafesindeki bir papağan gibi, ipe-sapa sığmaz Kürdler için ses çıkarmakta ve kafesinde “Hamaset Değil Cesaret Zamanıdır” diye bir beyanatıyla yine Türk medyasının gündeminde geniş bir yeri işgal etmiş bizim zatı muhterem Selo beyimiz.
Evet, dışarıya aktarılan bu çağrı metni dört ayrı paragraf. DEM’deki Türk’e satılmış yoldaşları da özellikle merhum Orhan Doğan’ın kızı Ayşegül hanımefendi, çirkin süratli Eş Genel Başkan Tülay Hatimoğuları ve yine Eş Genel Başkan Tuncer Bakırhan ve tüm DEM’li kadrolar ev-ev, köy köy gezerek şartlanmış Kürd müritlerin beynine Türk devlet sevgisini, halkların kardeşlik ve Türkiyelilik zehrini şırınga etmekle meşguller. Hele Ayşegül hanımefendi merhum babasını on yıl kodeste hapseden faşist devletin savunucusu. Lanet olsun böyle evlada.
Değerli okuyucu kardeşlerim, şimdi de gelelim Selo Can’ın Edirne hapishanesinde dışarıya gönderdiği ihanet içerikli çağrı demecine. Demeci başlık paragrafından başka dört paragraftan oluşmakta. Ben bu dört paragrafın bütünüyle sizin zamanınızı almak istemiyorum. Yalnız çok önemli bulduğum üçüncü ve dördüncü paragrafın iki ayrı paragrafını aktarmaya çalışarak, bilginize sunmak istiyorum. Yorum sizin. Şöyle diyor Selo:
3- Böyle bir dönemde hiç kimse küçük hesaplar yaparak maceracı, riskli ve sonu felaketle sonuçlanacak hamleleri aklından bile geçirmemelidir. Unutulmamalıdır ki, emperyalizm bin kazanmaktan kimseye bir vermez. Bizler Türkiye toplumu olarak bu dönemde bir ve beraber olacağız; olası risklere, saldırılara, provokasyonlara karşı gerektiğinde Edirne’den Hakkâri’ye kadar 86 milyonluk bir halk ordusuna dönüşeceğiz; ortak vatanımızı canımız pahasına savunacağız. Nokta.
Wîyyyyyyyyyy, ortak vatan
Kürdistan’ı satan
Selo ew kes tu yî lo
Ji te ra pêwîst e kurtan.
4’üncü paragrafın ikinci paragrafı:
Belirttiğim noktaların hiçbiri iç politikada nezakete dayalı demokratik muhalefetin ve iktidarın denetlenmesinin önünde engel değildir. Birlik ve beraberlik iktidar partisinin değil, Türkiye’nin etrafında olacaktır. Madem soyadımız Türkiye’dir, o halde herkesi soyadımız etrafında birleşmeye ve bunun için sorumluluk almaya davet ediyorum. Hayda, yine nokta.
Evet sevgili okuyucular, bu Selo Can’ın arzusu ve Kürd halkına isteği ve emri. Sizce kabul mu? Sahiden tüm Kuzey Kürdlerin soy ismi Türkiye mi? Şu andaki sizin soy isminiz, siz istiyerek mi aldınız? Vallahi sizi bilmem, ama bizim ailemizin 14 babadan 1940 yılına kadar “Meman, Mala Guran” 1937-38 Dersim soykırım sonrası zalim devlet ÇOLPAN diye bize vermiş. Herhalde Selo Can’ın o katliam öncesi Palu’daki köyünde soyadı KEVIRHESIN, yani Demirtaş değildi. O Demirtaş, Türkiye soyadıyla mutlu ve bahtiyar ise, o mutluluk, o bahtiyarlık onun olsun, ama onun Kürd halkı için bu saçma, bomık deyişi kabul edilmez. O şunu bilmelidir, isteyerek Türkiye soy ismini alan her Kürd, Kürd değil, hain, namert bir kişidir. Kanımca Selo’dan, Abdo’dan başka hiçbir Kürd Türkiye soy ismini isteyerek almaz. Her Kürd, Ahmet Türk’ün annesi, Selo, senin gibi kişi Türk, Türkiye hayranı değil, utanmaz, korkak, bomık herif. İnsan kendini bu denli rezil, düşkün, korkak, düşmanı dost hissetmez. İnan ben seni bizzat çok sevmiş, geleceğin Kürd lideri, Kürd bilgesi bilmiştim. Eğer sen o noktada dursaydın, tarihe ikinci Selahaddin olur, mezarın Kürd halkı için bir ziyaret mekânı olurdu, tıpkı Ahmedê Xanî gibi.
Geleyim şu emperyalizm zırvalamana. Kuro Kürdün emperyali kim? Kürdün ülkesini işgal eden kim ve kimler? Amerika ve İsrail mi? (İngiliz ve Fransa devletinin Kürdlerle olan ilişkileri uzun ve bence büyük suç Kürdlerin. Örneğin Şeyh Mahmut ve Simko ve o zaman Ankara’daki Kürd liderlerin hataları) Kuro Hewlêr ile Washinton arası 9702 kilometre, Amerika ne zaman oradan tank ve topuyla gelerek Kürdü öldürdü, ya da Kürdistan’ı işgal etti? Oysa eğer Kürd halkı 1990 sonrası Güney parçada özgürlüğüne kavuşmuş, bugün orada yarı bir devlete sahip ise, kuşkusuz bu “Emperyal” dediğin Amerika sayesinde. Ben bunun için her gün “Her bijî Amerika” diyorum. Neden ülkeni işgal edeni, yüzyıl içinde bir milyondan fazla Kürdü öldüren barbar Türk’ü, bir o kadar da İran devletini, çöl Arab’ını niye görmüyorsun? İsrail halkına ve devletine gelince, tarihte onların Kürd’e bir kurşun sıktıklarını kim duymuş, kim görmüş bu soylu, üretken, iki bin yıl vatan hasreti çeken, dünyanın dört bir yanına sürülen, 1948’de milyonlarca şehitten sonra tarihi ülkelerine dönen bu bilge halk mı Kürdün emperyali? Ama serokun, hocanla devlet sahibi olmasını şiddetle istediğiniz Filistin halkı Saddam’ın barbar ordusuyla gelerek on binlerce Kürdü öldürdü; kadınlarımızın, kızlarımızın ırzına geçerek cesetlerini parça parça ettiler. Bütün bunları söylerken, ben halen de onlarında bir devlet sahibi olmasını isteyen bir Kürdüm, onları düşman değil, mazlum, biz gibi devletsiz bir halk olarak görüyorum, ancak Hamas canavarlığını da kabul etmem.
Bir diğer hatırlatma.
Söyler misin Selo Can, dokuz yıldan beri kodestesin, seni oraya sokan kim lo? Seni dokuz yıldan beri eşinden, iki sevgili kızından ayıran, seni dört duvar arasına sıkıştıran, çürütmek isteyen kim? Kuro o kafatasın içindeki zekâ dolu beynini kim bomıklaştırarak sersemleştirdi? Kim o akıl dolu kafayı hırçın sele kaptırdı? Seni bu aptal bomık, şuursuz hale getiren kim? Sana tavsiyem, 91 yaşında bir Kürdüm, ölü bir aslan ol, uyuz bir tilki olmayı kabul etme, ki halkın seni unutmasın. Kürdçe bir atasözü şöyle: “Bibe şêrê mirî, nebe rovîyê gurr î. Düşman dilinden bir atasözü. “Yiğit ölür şan kalır, at ölür meydan kalır”. Unutma her faninin sonu ölümdür, ölürken de mertçe öl, korkakça, namertçe değil lo. Böylesine bir dilekle.