
Riza Çolpan
Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, rındık bacılarım, defalarca çeşitli yazılarımda, üç baskı Türkçe anı kitaplarımdan bahsettim. İlk ülkemden ayrılmam 14 Nisan 1951 düşman kenti Adana, daha sonra İstanbul ve İstanbul’da da ayrılmamın tarihi 19 Ocak 1970 Çarşamba günü. Yani bugünden tam 55 yıl önce. Kısacası ömrümün 74 yılı, (dile kolay) hasret çektiğim ülkem Kürdistan’ın dışında geçti, geçiyor, daha kaç gün, kaç yıl geçecek bilemem; kanımca veda ve son yakın.
Evet, hayat hikâyem uzun bir masal, ki kanımca her insanın hayat hikâyesi de birer masal veya birer roman içerikli. Gençliğim yokluk içinde, maceralı geçti ve diyarı gurbet mekânları bana yurt ve ev oldu. Üçüncü mekân diyarım Kıbrıs ve ilk ayak bastığım Larnaka limanından Lefkoşa’ya giden yolun o toprağında başıma inen ilk balyozu o zaman hissettim ve o adayı önce doğup büyüdüğüm ülkem Kürdistan, sonra da düşman ülkesi Türkiye ile kıyasladığımda (Ne yazık ki o zaman Türk yurdunu düşman ülkesi olarak görmüyor ve bilmiyordum) “Sosyal uyanışım o gün başladı” diyebilirim. Orada üç yıla yakın yaşadım, 28 Şubat 1965’te İstanbul’a döndüğümde sol siyasette sadece Türkiye İşçi Partisi’nin olduğunu gördüm ve ona sempati duydum, süreç içinde anarşist ve bilinçsiz bir sosyaliste dönüşmeme rağmen, kendimi büyük Komünist, Marksist, Leninist sayıyor, Kürd, Kürdistan meselesinin de Türkiye Devrimi sonrası hallolacağını inanıyordum. Çünkü Türk sol hocalarımız bize bunu söylemiş, bende inanmıştım. İşin ilginç tarafı ben o dönemde her gün okuduğum Akşam ve Cumhuriyet gazetesinde Kürd sorunuyla ilgili hiçbir makale ve hiçbir habere de rastlamıyordum. Ola ki yazılmış, ama ben okumamıştım. Zira o gün ve yıllarda derdim, sevdam hep Sosyalizm, Komünizmle ilgili makale ve kitaplardı. Daha sonra bu konuda da Mihri Belli durmadan Marks, Engels, Stalin ve Mao’nun kitaplarını Türkçeye çeviriyor, ben de merakla burada sipariş ederek alıp okuyordum, ama itiraf edeyim ki o günlerde o kitapların içeriği hakkında genel bellek bilgim o düzeyde değildi, ama ben kendimi bilge bir Sosyalist, Komünist görüyordum, ne ilginç değil mi? Yani üç, beş yıl içinde ilkokul, orta okul, lise ve üniversite bitirmiş bir bilge, akademisyen, siyaset uzmanı, falan, filan, ama bu o zamanki gerçeğim. Mesela 1969’da Kürd üniversite gençliğinin kurdukları DDKO’dan benim hiç haberim yoktu, ismini dahi duymuş değildim. Oysa ki o yıl ve günlerde İstanbul Hukuk Fakültesi’nde okuyan köylüm, çocukluk arkadaşım, benden 3-4 yaş küçük olan Kâzım Yılmaz namerdi, bu konuda bana bir şey demediği gibi, zalim, barbar devletin çıkardığı, İstanbul’un her semtinde, yerden mantar biter gibi kurulan Hacı Bektaş Veli Dernekleriyle ilişki kuruyor, mensup olduğu Baba Mansur aşiretinin Pirlik Ocak Mekânını da Arap, Ehli-Beyt’e dayatarak propaganda yapıyor, geleceği için kendine hukuki işler için müşteri hazırlıyordu. Bunu da bana açıkça da söylüyor, ben ise hep “Sosyalizm, Komünizm” diyordun. Ne garip değil mi? İnsan, insanlığı, insanlığın gerçek tarihini, sosyal yaşamı yeterince kavranmayınca, hep gaflet içine girer. Hele gençlik bir başka aymazlık. Kendine güvenme, dev aynasında görme, pireyi deve yapma, kediye “Kaplan” tilkiye “Aslan” zibidi, geveze, bir cümleyi on kez müzik nakaratı gibi tekrarlayan, bin bir yalanı bir çırpıda söyleyene “Bilge, Hatip, Başkan, Serok” dedirtir. Tıpkı PKK’lı Kürd kardeşlerimiz gibi.
Evet, gerçek bu.
Başlığa dönecek olursam, ki zaten konu o. Bilebildiğim kadarıyla PKK’yı ortaya çıkaran güç ve güçler hakkında çeşitli söylentiler var, ama ben o tür söylentilere yer vermek istemiyorum. Ancak bilebildiğim kadarıyla PKK’nın ilk öncü kadrosu Ankara’da ortaya çıkıyor. Bu kadronun içinde de fiziken daha güçlü, boyca daha uzun, yaşça onlardan birkaç yaş daha büyük, karakaşlı, kara hafif şaş gözlü, kalın siyah bıyıklı, siyah gür saçlı Abdullah Öcalan, Başkan seçilir ve bu kadronun ilk durağı Kürdistan’ın belirli köyleri olur, Mazlum ve Delil Doğan, Hayrı Durmuş, Sakine Cansız, Kesire Yıldırım, akabinde Kemal Pir ve benzerleriyle tanışırlar, o günkü koşularda da dünya iki kutuplu, soğuk savaş dönemi. Bir tarafta Emperyalist Dünya, yani Batı ve Amerika, diğer yandan Sözüm-ona Sovyetler Birliği, Çin, Küba, Kuzey Kore, Dünya İşçi Sınıfının merkezleri, sömürünün olmadığı, herkesin ekonomik anlamda eşit olduğu, herkesin kabiliyet ve üretim değerlerine karşı hak aldığı adaletli bir sistem ve birde dünyadaki sömürge ülkelerin durumları ve bağımsızlaşan ülkeler. Özellikle Afrika ve Güney Amerika ülkelerinin bağımsız devletlerin kuruluşu. İşte tam böylesi bir zaman dilimi içinde Abdullah Öcalan ve can yoldaşları Kürdistan’a gittiklerinde çeşitli düşman okullarından okuyan, örneğin liselerde, yine Kürdistan’daki Öğretmen okullarında, sonra Türkiye üniversitelerinde okuyan genç, dinamik, ruhu Kürdlükle dolu olan gençleri etraflarına toplayarak onlara “Birleşik, Bağımsız, Büyük Sosyalist Kürdistan” şiarıyla yola çıktıklarında bunların ilk adları “APOCU” olarak yayılır. Yani gurubun başı Abdullah Öcalan olduğu için, ona: “Abdocu” değil de APOCU” demeleri beni şaşırtıyor. Çünkü Kürdler Abdullah adlı bir gence katiyen “APO” demezler, “ABDO” derler, ki bu da çok ilginçtir. Çünkü APO sözcüğü biz Kürdlerde kutsal bir kavram ve sözdür. Yani kişinin babasının kardeşine verilen addır. Nedense Abdullah Öcalan ilk günden itibaren böylesine kutsal bir unvan almaktadır. Yani herkesin amcası, herkesin büyüğü, herkesin lideri. Xwedê nepejirîne.
Evet, sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, ben bu APOCULAR sözcüğünü ilk bu ülkede (Avustralya, Sydney’de) duydum. Yani 1982 yılında, ki o zaman bir yıl önce askerliğini yapmak üzere Türkiye’ye giden, Dersim Öğretmen Okul Mezunu, 1974’te buraya gelen birinin dönüşünde duydum. Adını söylemek istemiyorum, zira anılarımda bol bol bahsetmişimdir.
Peki bu gurup çıkarken ne yaptı, yani APOCULAR?
Canlar, dünya eski dünya değil. Bugün dünyanın bir bütünü, cadde ve sokak isimleriyle birlikte küçücük bir kutunun içine girmiş, açıp bakabiliyorsunuz. Yani sosyal medya bir derya, bende bu deryanın içinde kulaç açan bir yüzücü olarak APOCULARI tanıdım. Keşke tanımasaydım.
Peki APO çıkarken, ona Tanrı gibi tapan, onu o mertebeye ulaştıran örgütlediği genç, dinamik, Kürdistanlı gençlere ne dedi ve ne önerdi? Dikkat edin bu çok önemli. Necamêr o gençlere “İç düşman ve bu düşman yok edilmeli” dedi, ardından ondan çok önce Kürdistan’ın kurtuluşu için örgütlenen, dernek ve parti kuran, bu kurumları kitlesine birinci düşman olarak gösterdi, sert emirlerle binlerce genç, dinamik, beyin insanlarımızı canavarcasına katlettirdi. Yetmedi, küçük aşiretleri büyük aşiretlere karşı (Örneğin Siverek’teki Bucak aşiretine) kışkırtarak, binlerce insanımızın ölümüne sebep oldu ve düşmana büyük malzeme verdi ve zalim, barbar Türk devleti Hamidiye Alayları gibi köy koruyucuları sistemini oluşturarak Kürd’ü, Kürd’e kırdırttı. Çocuğuna bir pabuç-terlik parası bulmayan binler, birden yekûn bir maaşla kardeşlerine karşı silahlandılar, BIRAKUJİ de böylelikle ilk önce o yörede başladı. Bir yanda Kürd koruyucu kişi Kürd kardeşiyle boğuşurken, zalim, barbar Türk devleti de “Asayiş” diyerek köyleri basıyor, köylüleri bir meydana toplayarak, kadını, erkeği çırılçıplak ederek, erkek uzvunu kadının eline vererek çektiriyor, seksenlik ihtiyarlara insan dışkısını yediriyor, komandolar tarafında Kürd kadınlar, kızlar tecavüze maruz kalıyorlar ve ardında köyler boşanıyor, göç başlıyor, fakat Abdo bunu görmüyor, zaman 1979’a gelince bir bilinmez oyunla Suriye’ye giderek Hafız Esed’in BAAS’ına xulam oluyor, bu kez oradan köy koruyucular ve diğer Kürd-yurtseverler için ölüm, imha emirlerini şartlanmış müritlerine göndererek binlerce Kürd’ü, hatta koruyucuların bebekleri bile öldürttürülüyor. Hiç unutmam, evinde Türk bayrağı ve birde Kürd kasabı Mıstê Kor’un portresini oturma odasına asan Sivas Zaralı, İbrahim adlı biri, (Soy ismini yazmam) ki onu ikna ederek, örgütleyerek aslına dönüştüren, Türk bayrağını ve zalimin portresini çöpe attıran ben, kısa bir zaman sonra bu kez o da zırzopçu bir APOCU olması, inanın buna sevinmiştim, ama bir gün evime gelirken, bana Abdo ve PKK’den bahsederken, ben kendisine “İbrahim Can, senin aslına dönüşün beni çok sevindirdi, lütfen koruyucu bebeklerini öldüreni, öldürteni savunma” dediğimde, bana: “Gebertsinler, yılanın yavrusu zehirsiz olmaz, sende bir ajansın” deyince, hemen “Çık evimden, bir daha da bir ajanın evine gelme” dedim ve kapıyı açarak “Defol hergele bir daha gözüm seni görmesin” kovdum. İnanın bu adam, imzasını bile nasıl atacağını bilmeyen, yaşamı boyunca bir masal kitabı bile okumayan zavallı Abdo müridi, galiba şimdi Ankara’da. Evet, “Em in ev gela”. Bağışlayın uzatıyorum
Evet, Abdo ve onu Kürdistan’ı kurtaracak lider seçen, Tanrı gibi sevenler, kendini yakanlar 27 Kasım 1978’de onun liderliğinde PKK’yı Lice Fis köyünde kurdular, ardından yine Kürd kardeş kanı akmaya devam etti, ki bu zalim devleti çok sevindirdi. Zaten devletin yüzyıllık planı buydu. Kürd’ü Kürd’e kırdırmak, iki ateş arasında çaresiz bırakmak, göçe yol açmak, mecbur bırakmak, böylelikle Kürdistan’ı insansızlaştırmak, Kürd sorununu ortada kaldırmak, kardırmasa da sorunu Ulusal Sorundan kurtarıp, etnik soruna indirgemek. Kanımca Türk devleti bu konuda bir hayli yol aldı, ilerledi. Onun ve PKK’nın icraatı sonucu 5000’e yakın köy virane, koca bir coğrafya tahrip, on milyonun üstünde göç, ki bunların hepsi zalim devletin metropol kentlerinde asimilasyon çarkının önünde sıralanmış kişiler. Genç kızlarımız, kadınlarımız fuhuş evlerinde yaşamak için tenlerini satmaktalar. Sokaklar tinerci genç ve küçük çocuklarımızla dolu. Hiç unutmam, merhum dostum, arkadaşım, Elazığlı Terzi Hamit, (Anılarımda bahsetmişim, fotoğrafı da var) bana “Rıza, inan, belirli alçak şebekeler 9-10 yaşındaki Kürd oğlan çocuklarını bile ahlaksızlara satıyorlar, ben bu iki gözümle gördüm ve şahit oldum” diyordu.
Bir diğer gerçek, bu 41 yıllık kirli savaşta yüz binin üstünde şehit edilen genç, dinamik, bir ülkenin tüm bürokrasi işini gören okumuş kadroların şehit oluşu, 17 bin iç infaz, 17 binin üstünde de zalim devletin şehit ettikleri kardeşlerimiz ve bir karış Kuzey Kürdistan’ın toprağı, bir köy, bir gom ve bir mezranın özgürlüğe kavuşmaması. İşte APOCULARIN, PKK’nın tüm günahı bu. Sevabına gelince, 41 yıllık kirli savaşın tüm tahribine rağmen, Kürd halkına verdiği Ulusal Ruh inkâr edilmeyecek bir gerçek, bu bir. İkincisi bütün dünya PKK’yı terörist saysa da, (Ki PKK ilk terörü kendi halkına uygulamış bir örgüt ve kurumdur; bunun bir benzeri de dünyada görülmemiş) dünya PKK adıyla Kürd-Kürdistan’ı daha yakında tanımış, bu halka sempati duymuştur. Bu da ikinci bir gerçek. Eğer biz bu iki gerçeği terazinin iki gözesine koyar tartarsak, kesinlikle ağırlık tarafı, büyük ölçüde tahrip ülke, yıkım, yüzbinlerce insanın canı, paymal edilen onur ve namus. Kanımca her kötü harekât ve davranışın içinde muhakkak bir iyilik saklı diye düşünüyorum. Bence PKK’nın tek iyiliği Kürd Ulusal Ruhun gelişmesindeki katkısı ve dünyanın onun adıyla Kürdleri daha yakında tanıması. Bu benim şahsı kanaatim. Bir de dünya insanlık tarihinde Abdo gibi korkak, halkına ihanet eden ve kendini Kürd halkının Lider’i, Kral’ı gören başka bir Kral’ın, Lider’in ismini ben şahsen ne duymuş ve ne de okumuşumdur. Ancak her ne kadar biz Harpagos ve Patasana’nın ihanetlerini okusak da onlar bir halkın liderleri değillerdi. Harpagos Med Kral’ı Astiages’in Genel Kurmay Başkanıydı, Patasana ise Hitit’in bir memuriydi; yaptığı ihanet de babasının intikamı içindi. Tabi bunlarda ne kadar doğru bilemem.
Evet, PKK hikâyesi bu. Yani hebû, tunebû. Gelo kî hebû, kî tune bû? PKK duh hebû, îro tune. “Hezar carî Xwedê şikir, PKK’ê xwe di roja 5-7 Gulanê da hilweşand, em Kurd ji xesara wê rizgar bûn. Ango eger ku heye hêzek, jê ra “Xwedê” dibêjin, hiş bide vî gelê mazlûm û bindest, vî gelî jî Azad û bextewar bike, bike xudan dewlet û dezgeh” dibêjim. Amîn. Çîrok hilkişîya çû dîyaran/ Rama Xwedê li mirî, dê û bavê xwendevanan û guhdaran/ Hezar carî nale li Roma Reş, barbar û haran/ Tahsîldar û cendirman.
Kusura bakmayın, yine uzattım, huyum kurusun, kısa yazmayı beceremem. Ama okumayı sevenler bana kızmayacakları kesin. Kürdçe üç dörtlükle yazıya son vereyim.
PKK
Wê xira kir mala me
Pîçek rakir ruhê me
Erdnîgar tar û mar kir
Neman gund û gomên me
Cangorîbûn sed hezar
Xort û keçên her ciwan
Wê ra gotin “Serkeftin”
Şaş metal ma va Çolpan
Piştî çil û yek salî
Xwe hilweşand her şikir
Ew bela pêş Kurd rabû
Riz û Rizan dil şa kir.
Bay bay PKK, bay bay Abdo, bay bay Cemo, bay bay Misto, baybay Dûro, bay bay Mûro, bay bay Besê; herin, herin ji we ra “Oxir be” nabêjim. Bi kerema xwe li ser wê axa pîroz derkevin, dest ji kavilkirina welêt, kuştina Kurdan berdin. Bes e, bes e bes eeeeeeeeeeeeeee.