
Memo Şahin
Bir süredir içinden geçtiğimiz dönemi ve adı konmamış süreci anlamaya, konuya ilişkin
okuduklarımdan çıkardığım sonuçlarla kimi ilke ve prensiplere dikkat çekmeye çalışıyorum.
Birçokları gibi benim de elimde ne bir navigasyon ne de bir pusula var. Son sekiz ayda basına
yansıyan kamuya açık söylemler ışığında yol almaya, peşin hükümden azade süreci anlamaya
çalışıyorum.
Öcalan’ın açıklamaları DEM Parti tabanı da dahil, Kürt kamuoyunda tartışmaya ve bunun
sonucu olarak da temkinli bir bekleyişe yol açtı. MHP ise safları sıkı tutma, tabanı ikna etme
derinde.
AKP’li kurmayların bu sürece sonradan kerhen onay verdikleri tezi de ne zamandır
gündemde. AKP’nin belediyelere yönelik kayyım politikaları, DEM ve CHP’yi karşı karşıya
getirme çaba ve girişimleri bu tezi güçlendiriyor.
Şayet bu çıkarımlar doğruysa, nasıl oluyor da her iki mahallede de sürece ilişkin kuşku ve
sindirememe hali hakim?
Kim, kimi kandırdı ya da kandırmaya çalışıyor?
Yoksa senaryosu iyi hazırlanmış bir oyunla mı karşı karşıyayız?
Sürdürülen tartışma ve basına yansıyanlardan çıkarımlarıma göre belli başlı birkaç seçenek,
opsiyon ve senaryo var ortada:
Bir: PKK devleti silah zoruyla dize getiremedi, ama devlet de binbir kez iddia ettiği gibi
PKK’nin bileğini bükemedi, ortadan kaldıramadı. Sonunda devlet, PKK’nin kapısını çalmak
zorunda kaldı ve Kürt meselesinin toplumu da dönüştürerek alıştıra alıştıra, yavaş yavaş
çözümünü gündemine aldı. Türk toplumunun dönüşümüne yardımcı olması babında ilk elden
PKK’nin örgütsel varlığına son vermesi ve silahın devre dışı kalması konusunda bir
konsensüse varıldı.
İki: Birinci şıkla bağlantılı olarak, Türk devletinin Rojava üstündeki baskısı son bulmasa dahi
azalmak zorunda kaldı.
Başur’un statüsünden sonra sıra Rojava’da ve belli bir zamandır Başur ve Rojava arasındaki
frekans bozukluğu ortadan kaldırılmaya çalışılıyor ve bu iş Hewlêr üzeri yürüyor. Bu, her iki
parçanın entegrasyonu ile mi sonuçlanır, yoksa statüler pekiştirilerek yollarına ayrı ayrı mı
devam ederler, henüz netlik kazanmış değil, zira yolun başındayız.
Üç: Devlet, hem Kuzey’i ve hem de Rojava’yı gündemden çıkarma peşinde. Her iki parçada da
belirleyici, başat güç PKK. O teslim alınırsa Kürt ve Kürdistan meselesi de böylelikle bertaraf
edilir ve Rojava’da gündemden düşer.
Dört: Devlet, bölgede oluşmaya başlayan harita değişikliklerini, içerde yaşanan sorunları da
dikkate alarak Kürt ve Kürdistan sorununu silahla çözemeyeceği; Kürt meselesinin en az dört
bölge devletini ilgilendirdiği sonucuna vardı ve makas değiştirerek paradigma değişiminde
karar kıldı.
Karşı çıkıldığı halde güneyde fiili bir Kürdistan ne zamandır oluşmuş durumda ve Türkiye ile
iyi komşuluk ilişkilerine sahip. Her geçen günle Hewlêr ve Bağdat ayrışıyor. Karşı çıkılmasına,
onca saldırıya rağmen Rojava ayakta ve Kürtler Suriye’de eşit bir partner olarak ellerini
güçlendirmeye devam ediyorlar.
Otuz yıl öncesine dönersek, böylesi bir senaryoda Özal’ın hayalindeki Ortadoğu çıkar
karşımıza: Başur’la Bakur’un kollarının birleştiği, aralarında sınır, duvar ve tel örgülerin
olmadığı bir coğrafya. Buna şimdi Rojava’yı da eklemeyi ihmal etmezdi Özal, yaşamış olsaydı
şayet.
Benim toparladıklarım bunlar.
Kürt halkının bilinç seviyesi, bölgesel güç dengeleri, konjonktür bir teslimiyete izin vermez.
Bunun Kürt kamuoyunda ağır güvensizliğe, örgüt içinde kırılma ve hatta radikalleşmeye yol
açabileceğini de hesaba katmak gerekir. Böylesi bir sonucun, Rojava’da yeni çatışma ve
kapışmalara kapı aralayacağı da varsayılmalıdır.
Ayrıca Güney Kürdistanlı yöneticiler bu süreçte şu veya bu şekilde yer alıyor ve basına
yansıdığı kadarıyla en azından son altı ayda hayli aktif ve gelişmelerden, olabileceklerden
bilgi sahibi konumundalar.
Öcalan’ın 27 Şubat tarihli çağrısı yapılmadan önce Kürdistan Başkanı kek Nêçirvan Barzani’nin
“PKK silah bırakacak ve örgütsel varlığına son verecek” açıklamasını akılda tutmak gerekir.
Bunlara, Fransa ve ABD’nin baskısı, kek Mesud ile kek Mazlum Abdi’nin çabaları sonucu iki
farklı kutupta yer alan güçlerin Rojava’da biraraya gelmelerini de ekleyebiliriz. Ayrıca Güney
Kürdistanlı yöneticilerin başdöndürücü diplomatik trafikleri de gözardı edilmemeli. Yine
Ortadoğu’da sular yeni kabarmaya başladı ve Gazze, Lübnan ve Suriye’den sonra sıra İran’a
geldi. Irak’a ise bir şekilde yansıyacak.
Ortaya çıkan bir soru da şu: Tamam, KDP ne zamandır PKK ile sorun yaşıyor ve Türk devleti ile
PKK Güney sahasında bilek güreşine tutuşmuş durumda. KDP’li yetkililerin bu süreçle ortaya
çıkan aktif çabaları sadece bu savaşın Başur’da sonlandırılmasıyla mı ilgili? Yoksa ortada daha
farklı proje ve planlar mı var?
Ben, kimilerinin iddia ettikleri gibi Bakur ve Rojava’nın Türk devletine peşkeş çekildiği tezine
katılmıyorum. Aksi takdirde bu, Güneyli yöneticilerin kendi parçalarının selameti için bencil
bir yaklaşımla Bakur ve Rojava’nın peşkeş çekilmesine göz yumdukları sonucuna da varır. Ve
bunun günahının oldukça ağır olacağını o parçadaki yöneticiler de bilir.
Sonuç olarak Kürt aklının, bilinç ve şuurunun bu kadar dumura uğramış olduğuna
inanmıyorum. Nasıl olur da hem PKK ve PYD hem de KDP ile ENKS bile isteye böylesi bir
oyunun parçası olurlar?
Oldular diyelim, bu, Kürt meselesinin çözümünü belki erteler, ancak son bulmasına, ortadan
kalkmasına hizmet etmez. Ulusal bilince varmış milyonlarca Kürt davasından vazgeçmez ve
mücadele yeni yol ve yöntemlerle devam eder, Türkiye’nin başının ağrımasını ve onu
istikrarsız kılmayı ise sürdürür.
Özetle, bu yol bir yere çıkacak. En azından Rojava ve Başur rahat edecek, Kürtler arası ilişkiler
onarılacak, Bakur’da 2013-2015 arasındakine benzer bir iklime yol açacak, zındanlar
boşalacak, dönüş yolu açılacak ve legal mücadele alanı rahatlayacak.
Bunlar için bile olsa, kamplaşmadan, kırıp dökmeden biraz izleyelim ve ondan sonra bir
hükme varalım diyorum.
Umar ve dilerim yanılmış olmam!