
Rıza Çolpan
Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, biz insanoğulları garip bir yaratığız. Bütün dünya güzelliklerinin birer mimari olan bizler, ne yazık ki bütün pislik ve kötülüklerinin de meşhur ustasıyız. Biz kendimiz arasında kimine “Dost” kimine de “Düşman” diyerek öldürmeye çalışmışız, ki hâlâ biz bu uğursuz iş ile meşgulüz. Bu bizim en büyük ayıbımız. Keşke hep dost ve kardeş gibi olsaydık, savaş, kavga gibi sözcükler bütün dünya dillerinin içinde olmasaydı, dünya hepimizin kardeşçe yaşanacak bir cennet dünyası olsaydı; ama ne yazık ki öyle bir dünya olmamış. Biz insanlar tarafından yaratılan kayıp, bilinmez Tanrı da buna uygun davranmamış. İnsanlık tarihinde ilk yaratılan inanç ve dinin nasıl başlandığını kesin bilen yoktur. Ama Mitra ve Zerdeşt Peygamber (M.Ö 3000) sonrası, örneğin Hind Peygamberi Vişnu, (Doğum ve ölüm tarihi belirsiz) Buda (563-483) Semavi dinlerin ilk Peygamberi Musa, (M.Ö 170-155) İsa (M.S 4 veya 6) Mekkeli Muhammed (M.S 571-632) yani çıkan bütün dinlerin tarihini ve bu dinlerin adaletsiz Tanrılarını biliyoruz. Kısacası insanlık tarihi bir katliam, savaş ve birbirini öldürme tarihidir, ki bu vahşet bugün de şiddetli bir şekilde İslâm dinin dünyasında devam etmektedir. Kanımca bunun önünü alacak ilahi bir güç de yoktur.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, yukarıda isimlerini andığım bütün Peygamberler içinde, bence üçü hariç, yani İsa ve Buda, Vişnu, diğerleri bence birer insanlık düşmanı. Musa ilk kadını barbarca öldürten sözüm ona Peygamber; ardılı ise Muhammed’dir, ki bugün iki milyara yakın bir İslam topluluğu da ona inanmaktadır. Yani görülen bütün bu barbarlığa rağmen, değişik İslâm toplumlarının birbirlerine “Kardeş ve ümmet kardeşliği” demeleri beni son derece şaşırtmakta ve üzmektedir. Örneğin M. S 612 yılın sonrası gelişen barbar İslâm dinin savaşları ve bu savaşlarda öldürülen milyonlarca Kürd, Farıs ve Hıristiyan halklar, bir de haçlı savaşlar… Hani ya Tanrı kullarını ilk Havva ve Adem’in menisinden kardeş yaratmıştı? Oysa bu uydurulmuş kuyruklu bir yalandı, ama düşünen, konuşan, yaratıcı güce sahip olan insanlar inandı ve bugünde sekiz milyar insanlardan en az 7 buçuk milyarı inanmaktadır. Hele bir de eğitimce geri kalan toplumlar ve sömürge halklar, ki bence bu toplumların şampiyonu da biz Kürdleriz.
Evet Kürd kardeşlerim, bu biz Kürdlerin gerçeği. Biz İslâm öncesi, yani binlerce yıl önce ışığa, yani güneşe, Mitra, Zerdeşt, Êzîdî, Mâni, Mazdek inancından sonra kanlı Arap kılıcıyla İslâm olduk, bugün halkımızın büyük çoğunluğu bu inancın kulu, kölesi ve bıçak önündeki kuzu ve koçudur. Tabii bu öğreti ve işin üstatları da Şeyh, Seyyid, Hacı, Hoca, Melle, Ağa, Bey ve son olarak da sözüm ona şimdiki Siyasi Parti Liderleri. Örneğin 1970 sonrası ortaya çıkan, ya da Kürd düşmanları tarafında Kürd toplumunun arasına sokulan Abdullah Öcalan. Peki o tarih döneminde neden Abdullah Öcalan? Kanımca düşman onu özellikle seçti. Neden? Çünkü Öcalan o tarihte İstanbul ve Ankara üniversitelerinde okuyan, fiziki ve konuşma tarzıyla farklı, demagog, bılcım, şeytanı zekâya sahip, bir cümlesini defalarca tekrarlayan bir ukala ve buna da “Derin anlam, teorik çözümleme” diyen ve inandıran bir genç. Yani bu zat o günlerden Mazlum ve Delil Doğan’dan, Kemal Pir’den, Mehmet Şener’den, Hayrı Durmuş ve diğer tüm PKK kurucusu Kürd yurtsever gençlerden farklıydı ve onlar bunu kendilerine başkan olarak seçtiler, Kürd halkına onu gıyabı olarak bir yaratıcı Tanrı mertebesine getirdiler. Oysa halkımızın çoğu onu ne görmüş ve ne de tanıyordu; ama tanıtan, Tanrı mertebesine getiren o Kürd-yurtsever gençlerdi. O bu gençlere başkan olunca, alınan vazifesi gereği Mustafa Kemal ve Türk devletini kuran bütün kadroyu Hitler’e benzeterek sert bir dille ifade etmeye başladı ve ilk düşmanı da ondan önce çıkan bütün Kürd-yurtsever kurum ve kuruluşlarını, yurtsever Şeyh, Ağa, Bey ve aşiret reislerini hedef tahtasına koyarak binlerce insanımızı katlettirdi ve sonuç Suriye, Hafız Esed güdümü, muhaberat dostluğu, padişahlık yaşamı, etrafına aldığı koruyucu xulamlar, her adımını teybe çeken bir şaşkın budala, Roma kralları gibi ölüm fermanlarını emreden ve son 1999’da bir senaryo sonucu Suriye’den çıkışı, Avrupa, Rusya turu, Kenya ve son durak dayılarının ülkesi, İmralı köşkü, bugünde adam vazife gereği tutsak mazlum Kürd halkına şöyle sesleniyor: (O ses ve çağrının üç önemli paragrafını aynen aşağıya alıyorum)
“Kürd-Türk ilişkileri; 1000 yılı aşan tarihler boyunca Türkler ve Kürdler, varlıklarını sürdürmek ve hegemonik güçlere karşı ayakta kalmak için gönüllülük yönü ağır basan, hep bir ittifak içinde kalmayı zorunlu görmüşlerdir” diyor, ama insan sormadan da kendini rahat hissetmiyor. Kuro hangi ittifaklar? Hangi ittifaklar içinde zorunluluk? Hangi ittifaklar içinde varlıklarını sürdürmek? Kuro bu ittifaklar Kürdün insanı varlığını inkâr etmek ittifaklar mı? Dilini, kültürünü, tarihini, örf ve adetlerini, müziğini inkâr etmek, ülkesini işgal etmek midir? Bu ittifaklar 29 kere Kürdü yok etme jenosidi mi? Bu ittifaklar Kürdün eşeğiyle bile Kürdçe konuştuğu için ölüm, işkence, yekûn para cezası mı? Hangi ittifaklar be sersem? Doğrusu pes. Bakın ikinci teslimiyet incisinde ne diyor bu bê sınçi ve kedi kadar korkak, insan kılıfında insan, koca fil yapılı yaratık. İki:
“Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır” diyor. Oysa o çıkarken tüm arkadaşlarına, daha doğrusu zavallı Kürd-yurtsever gençlere: “Birleşik, Bağımsız, Sosyalist Bir Kürdistan” demişti. Nerden, nereye, değil mi? İşin ilginç tarafı bu teslimiyet ihanet belgesine, hainane deyiş ve çağrısına “Asrın Manifestosu” diyen milyonlarca bomık, bê sınçi kişiler ve mürit bir topluluk. Çok yazık.
Evet, adam bununla da yetinmiyor ve Türk devletinin bir eroinci Arap kadın vasıtasıyla Kürd halkına şu mesajı göndermeyi bir vazife biliyor, ki o da şu:
“Herkesin anlam verdiği, güven verdiği ve Kürdler kendilerini sevdiği kadar, her Türkü de sevmelidirler. Çünkü biz kardeşiz” diyor ve ayrıca da Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’nün Kürd halkına yaptıkları iyiliklerinden bahsetmeyi de bir görev sayıyor diyen bu hanım, devamında, “Öcalan’ın Kürd ve Türk halklarının bir araya gelmesi için, geçmişin tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini, söylediğini aktaran eroinci Arap kadın, Kürd halkı sayesinde her ay kendi yoldaş devletinden 200 bin liraya yakın maaş alan zıvık, zışt, çemçık çeneli bu kadın devamla “Şu andaki mevcut bakış açısı, Atatürk ve İnönü dönemindeki birlikteliği anlamayan bir yerden sürece yaklaşıyor” diyor. Yani “Abdo meseleye böyle yaklaşıyor” diyor bu zehir satıcısı kadın. Çölden cennete gelen namert.
Evet, sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, defalarca yazdım, “Kardeşlik bir biyolojik gerçekliktir” dedim. Yani bir babanın kan ve menisinden oluşan canlara “Kardeş” denir; oysa kardeşlerde bile birbirine düşman olabilirler. Örneğin baba mirası ve başka şeyler için. Yine örneğin, babamdan dört yaşında aldığım, büyüttüğüm, evlendirip yanıma getirdiğim ve geldiği günden itibaren de her şeyime resmen ortak ettiğim kardeşim, toplumsal çalışmayı, siyaseti benden öğrenince, süreç içinde önce Troçki oldu, beni Stalin yanlısı işçi sınıfının düşmanı, daha sonra Abdocu olunca bu kez de beni Kürd halkının düşmanı ilan etti; anneme, eşime küfreden, ölüm fermanımı çıkaranlarla dost ve yoldaş oldu, bu gözler buna şahitlik etti. Evet aynen böyle oldu ve o şimdi karalık çukurda bir toz yığını.
Evet canlar; geçen gün You Tube, Xani TV’de Selim Çürükkaya’yı dinledim. Abdocular Selim’in “Apo’nun Ayetleri” kitabının çıkışından sonra, onun küçük kardeşi merhum şehit Seyid’i (Dr. Süleyman) abisine karşı düşman ediyorlar. Birgün Seyid annesine telefon ederek: “Anne yakın bir zamanda sana Selim ve Aysel’in cenazesini göndereceğim” der, annesi: “Oğlum sen düşmanı öldürmek için mi dağa çıktın, yoksa kardeşini öldürmek için mi” der ve ağlamaya başlar. İşte bir kardeşlikte böyle. Türk devlet aklı son yüz yılda, yani 1913 Şeyh Selim, Bitlis, 1921-22 Koçkiri, 1925 Şeyh Said, 1927-31-32 arası Ağrı, Zilan, 1937-38 Dersim ve 1970 sonrası bugüne dek hiç kuşkusuz bir milyona yakın insanımızı öldürmüş, buna rağmen sözüm ona bir namert Kürd lider kalkmış biz Kürd yurtseverlerine “Kendinizi sevdiğiniz kadar Türk devletini yönetenleri kardeş görün ve sevin” diyor. Bu bir ironidir, bu bir bê sınçî, bu bir akıl tutulması, bu bir bomıklık, bu bir hainlik, başka bir anlamı olamaz. Ben şahsen her insan sever insanı kendim gibi insan görür ve severim. Ancak faşist ve ırkçı Türk eğitimini alan hiçbir Türkü ne severim ve ne de insan görürüm. Türk ırkçısı, Türk barbar zehrini alan kişi ve kişiler ne Kürde dost olurlar ve ne de kardeş. Yani kendine “Ben Kürdüm, Kürd yurtseveriyim” diyen her Kürd bunu bilmeli ve bilince çıkarmalıdır. Hiç unutmam, merhum annem ağlayarak bize şunu derdi “Çermê beraz nabe post, Tirk ji me ra nabin dost”. Türkçesi: “Domuzdan post, Türk’ten dost olmaz”.
Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, daha önce çok önemli bulduğum bir söylenceyi kaç kez yazmıştım ve kitaplaştırıldı. Söylenceyi bizim bazı aptal cahil Seyidler, bu söylenceyi insan kasabı katil Arap Ali’ye mal etmişler. Ona da mal edilse, önemli bulduğum için tekrar tüm Kürd yurtseverler için aşağıya almak istiyor ve o söylenceyi iki Kürdçe dörtlükle yazıya “Son vereyim” diyorum.
Söylence şu:
Efendim, bir gün Arap Muhammed, yeğeni ve damadı Ali’ye “Ya Ali, bundan sonra halk arasında gezerken, dikkat et, her kim ki üç yalanı üst-üste söylerse, Zülfükârınla vur başını uçur” der ve birkaç gün sonra Ali Düldüle (Katır) binerek Mekke dışına çıkar, bakar ki karşıda bir deve kervanı, develerin önünde yaşlı bir Pir î ihtiyar, eşek yuları elinde, Mekke’ye doğru gelmekte. Ali, kervanı karşıladığında durur ve yaşlı ihtiyara: “Ya Pir î ihtiyar nereye gidiyorsun? Yaşlı adam: “Mekke’ye” deyince Ali. “Ya Pir î ihtiyar kaç yaşındasın?” Adam: 40 yaşımdayım efendim” deyince Ali: “Bu develer kimin? adam: “Efendim tek bir devem var bu develer içinde” der ve Ali yine: “Peki bu beş on delikanlılar senin neyin?” adam: “Efendim bir tek oğlum var bunlar içinde” deyince Ali Zülfükâr î çekerken yaşlı adam “Ne yapıyorsun ya Ali?” (Ali’yi Zülfükâr kılıcıyla tanıdığı için) Ali: “İslâm Peygamberi Muhammed’in emri, her kim ki üç yalanı üst üstte söylerse, bana vur kellesini uçur” dedi. Sende üç yalanı üst-üstte söyledin, kelleni uçurmam gerekli” deyince ihtiyar: “Nasıl üç yalan ya Ali? deyince, Ali: “Senin yaşın sekseni aşkın, ama sen bana 40 yaşımdayım” dedin, develerin hepsi senin, sen: “Bir tek devem var bu develer içinde” dedin, bu delikanlılar hepsi senin çocukların, sen: “Bir tek oğlum var bunlar içinde” dedin ve ölümü hak ettin deyince ihtiyar: “Doğru ya Ali, 80 yaşını aşan biriyim, ama 40 yaşımı boşuna, hayvan gibi geçirdim, 40’tan sonra kendimi tanıdığım için, herkese “Ben 40 yaşımdayım” diyorum, deyince Ali: “Berat”. Peki ya develer? İhtiyar: “Ya Ali, develer dünya malı, ama içlerinde bir devem kurbanlık olduğu için, bir devem var, belki öbür dünyada bir günahımı karşılar” diyorum, deyince Ali tekrar “Berat” dedikten sonra, son soru: “Ya bu delikanlılar kimin çocukları? deyince İhtiyar: “Ya Ali, hepsi hayırsız, anne babaya karşı saygısız, ama küçük oğlum farklı, bize, İslâm inancına bağlı, hürmetkâr, bunun için hep diyorum “Bir tek oğlum var” deyince Ali yine “Berat” der ve oradan uzaklaşır.
Evet, sevgili okuyucular, ihtiyarın bu üç cevabının birincisi bence çok önemli. Yani 40’tan sonra kişinin kendini tanıması ve kendine gelmesi. Bunu biz Kürdlere indirgersek 40 yıl değil, İslâm sonrası tam bugün 1412 yıl oluyor, biz ne kendimizi tanımışız ne de dost ve ne de düşmanı. Hele hele son 50 yıl içindeki PKK’nın ve onun liderinin mazlum halkımıza ne verdiğinin bilinçsizliği. Tavsiyem, 1412’ye, son 50 yılı da eklersek 1462 yıl eder. Dilerim bu kadar uzun yüzyıllardan sonra mazlum, tutsak halkım dost kim, düşman kim, Pervin kim, Sırrı kim, Abdo kim, son 50 yılda Abdo ve onun partisi Kürde ne verdi sorusunu sorar ve kendinin kim olduğunu anlar, geçmişte yapılan bütün yanlışlardan ders alır, aklını başına toplar, gerçek kardeşleriyle kardeş olur, Kürdistan’ın bağımsızlığı için çaba sarf eder, Türk, Arap, Fars, ümmet ve halkların kardeşliği, Demokratik Cumhuriyet, Ortadoğu Konfederalizmi, Ekolojik toplum safsatasını bir tarafa bırakır, Kürd-Kürdistan’ın bağımsızlığını kendine birinci ve kutsal görev sayar, 50-60 milyon halkıyla omuz omuza vererek Bağımsız Kürdistan için gereken ortamı hazırlamaya çalışır. Böylesine bir dilekle, yine Kürdçe iki dörtlükle yazıya son vereyim. Huyum kurusun yine uzattım, bağışlayın.
Min got “Bes e, bes e nivîs”
Dil got “Nabe, nabe Riza”
Tilî, pêçî pirr hêrs ketin
Gotin “Lo Kurd nîn în Aza”
Binivsîne bo vî gelî
Hîşyar bike xewa kûr da
Ev erka te ya pîroz e
Bi kar bîne şev û roj da.
Bimînin di xweşîyê da.