
Rıza Çolpan
Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, yıllardır merak ettiğim bir kitabı nihayet buldum. Yani 1999’da bir oyun senaryosu sonucu, dayılarının Kenya’dan getirip İmralı köşküne koydukları ve orada onu sorguya alan Hasan Atilla Uğur’un “Sorgu Odasında Apo” adlı kitabı ricam üzerine Ahmed’de çok sevdiğim bir Kürd kardeşim bulup bana gönderdi. Ona yürekten teşekkür borçluyum, ismini yazmak istemem.
Sevgili Kürd kardeşlerim, birkaç kez yazdım; ben 92 yaşın içindeyim. Dünyanın dört kıtasını da dolaştım. Yaşadığım bu zaman süreci içinde dünyada çok şeyler oldu. Ben daha altı yaşında iken, ikinci dünya savaşı, yani Hitler savaşı başladı ve savaş sonrası dünyada yeni-yeni ulusal devletler kuruldu, ki bugün dünyamızda, eğer yanılmıyorsam 208 Ulus Devlet var, ki bunlardan 193’ü Birleşmiş Milletler Topluluğunun üyeleri. Ben bütün bu devletlerin nasıl kurulduğunu; kurulan bu devlet liderlerinin kim olduğunu, kimin öncülük yaptığını bilmem, onların soyu-sopu hakkında da yeterli bilgiye sahip değilim. Ancak onlardan dördü hakkında biraz bilgim var.
Bir: Hindistan Ulusal Kurtuluş Lideri Mahatma Gandi (1869-1948).
İki: Çin Lideri Mao (1893-1976).
Üç: Vietnam Lideri Ho Chi Minh (1890-1969).
Dört: Güney Afrika Lideri Nelson Mandela (1918-2013).
Bunlardan Gandi benim için yirminci yüzyılın Peygamberi, ki asil, eğitimli bir ailenin çocuğu ve karıncayı dahi incitmeyen bir kişilik, bilge bir filozof. Ho Chi Minh ise orta halli, ama eğitimli bir ailenin çocuğu, dünyayı dolaşan, tanıyan bir lider. Mao ise hakeza. Nelson Mandela rengi siyah da olsa o bir güneş, son derece eğitimli, xweşmêr, ölümden, zulümden korkmayan bir kişilik. Onun için uzun bir şiirim de var. Peki bizim Urfalı fakir, eğitimsiz, pısırık bir babanın, çığırtkan bir annenin çocuğu olan, dünyayı tanımayan, gezmeyen, hatta Kürdistan’ı dahi iyi tanımayan, dört parçasını gezmeyen, hep tezek kokan bir evden büyüyen, küfürü, kavgayı maharet sayan, sevgi, saygı, ihtiramı bilmeyen, barbar bir milletin eğitiminden geçen, hatta bir ara MHP’li, Ülkücü olan, namaz kılan, oruç tutan, çoğu kez kızdığı her kişiye hakaret eden, iğrenç küfürler savuran Abdo, nasıl koca bir Lider, Rêber, Serok, yarı Tanrı oldu ve bomıklar topluluğu bunu nasıl kabul etti, bu denli yükseltti, doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum.
Bu adamı o mertebeye getiren kim ve kimler?
Kim onu Suriye, diktatör Hafız Esed’in yanına gönderdi?
Kim onu Kürd halkının başına bela etti? Ve halen de o bela Kürd halkını helak etmekte, ama gözler kör, kulaklar sağır.
Evet, hiç unutmam, merhum babamın çok önemli lafları vardı; bu tip insanlar için, şöyle: “Eslî hû, neslî gû”. Ji dêla tirrek û gurêx?“ diyordu. Kanımca babamın bu belirlemesi birkaçı için geçerli. Yani ailevi bir asaleti, görgüsü, bilinci olmayan bir kişi, bir topluma lider olursa, vay o toplumun haline. Mesela yirminci yüzyılın iki önemli faşist ve kan emicisi Adolf Hitler (1889-1945) ve Mustafa Kemal (1881-1938). İkisi de babasız piç ve insan sevgisinden uzak, ama o günkü dünyayı tanıyan, Avrupa’yı dolaşan bu iki kişi. Özellikle Hitler, demokrat düşüncenin merkezi Avrupa’da doğdu, büyüdü ve orada eğitim gördü. Deniliyor ki o konuştuğu zaman Alman halkının tüylerini tiken-tiken ediyormuş. Yani büyük bir hatip. Peki ya Abdo? O Kürdistan’da hangi Seminer, Konferans ve miting de konuştu? Kürdler onu kaç sefer Kürdistan’da gördü? Sahiden hatiplik ruhu, insan sevgisi denilen his onda var mı????? O cevher onda olsaydı 17 bin genç Kürd beyin insanını öldürtebilir miydi? zannetmem.
Canlar, asıl konuya gelmeden önce, size bir gözlemimi, yani şahit olduğum bir gerçeği anlatmak istiyorum, ama sakın “Bu doğru değil” demeyin. Elbet “yüzde yüz doğrudur” diyemem, ama yüzde doksanı doğru. Yıl 1968’de, İstanbul Bebek, Şişli’de gördüğüm çocuk kavgasında, bu çocuklar kendi aralarında kavga ederken, biri diğerine, “Gidip seni babana şikâyet edeceğim” diyor, başka ağzında kötü bir söz çıkmıyordu. Ama Kasımpaşa Küçük Piyale mahallesinde, (Erdoğan’ın mahallesi) tüm Kasımpaşa, Asmalımescit, Tophane, Unkapanı da doğup büyüyen yedi yaşındaki bir çocuk, diğer bir arkadaşıyla kavga ederken, ona: “Ulan kızdırma beni, gider senin annenin o yoğurtlu …… bilmem ne yaparım” diyordu. Bu küfürü ilk o çocuktan duydum. İsmini de hiç unutmadım Gürsel idi. (Bekçi, Mıstê Şaman’ın oğlu) İşte bizim Abdo, Rêber, Serok böyle bir kişiliktir. Onu tanıyanlar çok iyi bilirler. Haşa huzurunuza o Sayın Mesud Barzani’ye “Orospu çocuğu” diyordu. Bu iğrenç, terbiyesiz lafını, Med TV’nin Avustralya’daki xulamlarına gönderdiği bir videoda, bu videoyu da bana göstermek için beni evine çağıran bir mürit. Ben o iğrenç küfürü bu kulaklarımla duydum, bu gözlerimle de seyrettim; ama bana seyrettiren zavallı hayvan beyinli seviniyor ve gülüyordu.
Peki onu o mertebeye getiren, o iğrenç ve alçak lafı söyletenler kim ve kimlerdi????
Hiç kuşkusuz, Mazlum Doğan ve diğer arkadaşları. İsimlerini tek, tek yazmak istemem.
Peki onu niye kendilerine başkan yaptılar?
Bir: Onun o gençlik dönemindeki fiziki yapısı, boyu-posu, siyah kara kaş, kara bıyıkları. İki: Ukala demagog, geveze, anlaşılmayan uyduruk yalanları gerçek diye yansıtan, kendini filozof, bilge, yarı Tanrı tanıyan, karşısındaki kişilere “Siz beni anlamıyorsunuz, cahil zir delisiniz” diyen bir zorba. “Zorba” derken, sözle zorba, fakat zor karşısında dünyanın en korkak insanı. Kedi önünde fare, tilki önünde horoz ve tavuk. İşte bu kişi 1999’da Kenya’dan gelip İmralı köşküne yerleşince, faşist Türk ordusunun bir subayı, Albay rütbeli Hasan Atilla Uğur, onu bir odada sorguya alıyor, bütün soru ve cevapları da kayda alarak bir kitaba dönüştürüyor. Kitabın adın başlıkta yazdığım gibi “SORGU ODASINDA APO”dır. Tabi kitaptaki bütün soru ve cevapları yazacak değilim; bu imkânsız. Yalnız ben onun (Bana göre) önemli bulduğum birkaç cevabını siz Kürd okuyucuya sunmak istiyorum ve zaten bu makalem, daha doğrusu yazım ola ki son yazım olacak. Zira yaş oldu 92, hafıza eski hafıza değil, zaman-zaman unutkanlık yazı yazmaya engel. Bunun için bağışlayın bu yaşlı insanınızı.
Evet, Albay Hasan Atilla Uğur’un bir palavrasında başlayalım:
“Örgütün ve bu örgüte destek verenlerin farkında olmadıkları, zaman zaman akıllarına geldiğinde ise, inanmak istemedikleri bir konu vardı, ki o da Türkiye Cumhuriyeti Devleti binlerce yıllık bir gelenekten geliyordu. (Bulşit) Bütün dünyanın gıpta ettiği bir ordusu vardı. (Barbar bir ordu) Özellikle zor dönemlerde yeniden ayağa kalkmayı başarabilen bir “Devlet Aklı” vardı. Hepsinden önemlisi Türk’ü ile, Kürd’ü ile toprağını ve bayrağını her şeyden aziz bilen (Tabii bu Abdo için, Kürd milliyetçileri için değil) bir Anadolu insanı vardı. Bu insanların adı, Mustafa Kemal Atatürk’ün belirttiği “Türk Milleti” idi.
Apo: Yakalanır yakalanmaz onun ağzından:
“Devletimin bir eri gibi çalışacağım, devletime hizmet etmek istiyorum, bana fırsat tanıyınız lütfen, PKK yöneticileri bile beni anlamadılar, şiddet eylemlerinin çoğunu Şemdin Sakık, Murat Karayılan, Osman Öcalan ve Cemil Bayık organize etmişlerdir” gibi klasik sözleri bu kadar sık duyacağımızı açıkça biz de ummuyorduk.
Hasan Atilla Uğur:
“İlk sorgu sürecinin üçüncü gününde yine aynı odada toplanmışken bizi hayretler içinde bırakacak bir şey yaptı. Sorularımıza geçmeden önce söz isteyen Apo, yüzümüze bakarak “Ben gerçekten devletime hizmet etmek istiyorum, zaten 1993’ten sonra hep bunu yapmaya çalıştım, bana inanıyor musunuz” dedi. Bizden cevap almayınca biraz gerildi ve ayağa kalkarak arkasındaki duvarda asılı olan Türk bayrağını saygıyla öptü, yerine oturmadan önce bize tekrar baktı ve “Lütfen bana imkân verin, ben hizmet edeceğim, bu oyunu hep birlikte bozalım” dedi. Hiç araya girmeden dikkatle dinliyorum Öcalan’ın anlattıklarını. Sonra susup düşündü biraz, boğazı kurumuş gibi yutkundu, yanındaki plastik şişeden biraz su içip devam etti.
Bakın ne demiş büyük Lider, Rêber, Serok Abdo:
“Şimdi benim bu oyunu bozmam lazım. Size hep söylüyorum, Devletime hizmet için imkân verin bana. 150 yıllık bu büyük devletlerin fişeklediği isyanları, ayaklanmaları bitirelim. Evet gerçekten bu 100 yıllık, 200 yıllık olayı bitireceğiz. Ben o isyanları çok dikkatli okuyup, analiz ettim. Tarihin en demokratik Türkiye sürecine girmesine katkıda bulunacağım. Bunu yapmak beni kurtarmaz biliyorum. Büyük olumsuzlukları da ortadan kaldırmaz onu da biliyorum. Ama ben boş konuşmuyorum. Beni ciddiye alın lütfen. Selçuklunun ve Osmanlı’nın bu konu da oynadıkları rolün üstünde bir çıkışı sağlayacağım, benim buna gücüm var inanın. Vay, vay vay, mêrxwasê cihan.
Bir diğer zırvalaması:
“Mesela Şeyh Said olayı…Şeyh Said ve İstanbul’daki Seyid Abdülkadir zaten hilafetin içinden gelme zenginlerdir. Hani hep dedik ya “Kürd ayaklanmalarını bastıran Cumhuriyet’in amacı Kürdleri yok etmekti” diye. Doğru olmadığı ortadadır. Genç Cumhuriyet saltanatı ve hilafeti kaldırınca Cumhuriyet’i lağvetmek için İngilizlerin ve Fransızların desteğiyle ayağa kalkıp “Din elden gidiyor, hilafet isteriz” sloganıyla bir sürü cahil insanı ayağa kaldırıp ateşin üzerine sürmüşlerdir. Genç Cumhuriyet ne yapacaktı başka? Dikkatinizi çekerim, hem doğuda hem de batıda Cumhuriyet’e karşı ciddi ayaklanmalar olmuştur. Ve Cumhuriyet de kendisini korumak için gerekeni yapmıştır. Bu olaylara doğru bakış açısı bana göre budur”.
Evet, onun diğer iki zırvalanmasıyla yazıya son vereyim. Zira okuyunca sinirleniyorum. Bir insan namert olur ama bu denli değil. Koca Kürd tarihinin en büyük namerdi, korkağı, hatta ve hatta bana göre büyük Kürd haini. Bakın yine ne diyor:
“Evet, ne derseniz deyin, ben isyan ettim, büyük sıkıntılar yaşattım, inkâr etmiyorum ama inanın 93’te anladım her şeyi…Ben anlamışsam Türkiye’yi yönetenler de anlamışlardır sanıyorum. Benim 93’ten itibaren bütün çabalarım Türkiye’nin büyük birliği içindir. Türkiye’yi müthiş bir büyümeye götürmek için çalışacağım diyorum size. Dikkat ederseniz ben 93’ten beri ayrılıkçı tutumumu attım, bütün sözlerimde bu böyledir. Lütfen açın bakın. Bunları akıllıca ve ustalıkla yapmak zorundayım. İmkân verin yeter ki”.
Mesela Türkiye sınırları dışındaki 1 milyonluk kitleyi tıpkı bir ordu gibi Suriye, Irak ve İran sınırlarında Türkiye’nin güvenliğini sağlayacak duruma getiririm. Yeter ki isteyin. Kafkasya’dan Ermenistan’a kadar bütün yerleri tutarım. Bu güç vardır. Elimizden kayıp gitmeden ustaca hareket etmeliyiz. Ben emperyalist bir gücü Türkiye Cumhuriyeti’ne sunmak istiyorum.” Yine vay, vay, vay. Doğrusu insan ne diyeceğini şaşırıyor. Bu adam normal bir kişilik değil. Namert, korkak, halkına düşman bir diktatör, bir zorba, bir katil. Bunu sevenlere “Lider, Rêber, Serok” diyenlere de şaşıyorum. Ya ben bomık ım, ya da onlar.
Evet, sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim; onun bütün zırvalamalarını tek tek yazarsam bir kitaba dönüşür. Kanımca bu kadarı kâfi Kürdlük hissi olan her Kürd için. Selamlar, saygılar. Bimînin di xweşîyê da.